18 Aralık 2018 Salı

Mutfak penceresinden görünen

Mutfak pencerem  eski bir apartmanının üçünü katına bakıyor.  Perdelerini çekmediği günlerde  üçüncü katta yaşayan yalnız kadını izliyorum.  Geçen sene bizim sokakta dört cenaze arabası görünmüştü, bir tanesi Nermin hanımın kocası içindi . Rahmetli  üç çeşit kansere yakalanmış, yenmiş,   en sonunda Alzheimer hastalığından vefat etmişti. 
  Başsağlığına gittiğim gün, eşinin bir gün önce öldüğü gündü.     İki elini yumruk yapmış, göğsünü yumrukluyordu. Morarmış dudaklarına dişlerini geçirmiş, bir sağ yumruğunu bir sol yumruğunu sıra ile göğsüne vuruyordu. Başsağlığına gelen herkes kadını kınıyordu, bu hali bir  isyandı, Allah'ın gücüne giderdi, "çok çekti" "  kurtuldu ", "yerinde rahat etsin", demek varken, dövünmesinin hiç bir izahı yoktu...
Komşular gibi ben de şaşkındım,sanki gencecik körpe bir aşık gibiydi, altmış yaşında var mı yok mu diye karar veremediğim  Nermin Hanım.
Çeşit çeşit ağır hastalıklar süreçleri sonrasında hiç bir şey hatırlamayacak kadar uzaklaşmış bir eşi kaybetmek bu kadar mı acı verirdi? 
Nermin Hanım başka bir dünyadaydı, ne burada, ne de çok sevdiğinin yanında...Çektiği acı bu kalabalığa çok yabancı. Parasızlığın ,hastalığın, yılların  eskitemediği  sevgisi ve onun uğurlanışı başsağlığına gelenlere çok yabancıydı.   

  Kadın , atan  kalbini durdurmak için ya da  bir gün önce ölen kalbi canlandırmak için yumruklarını kalbine kalbine  vuruyordu, sanki...
Kocasını köyüne gömdüremedi. Nermin Hanım'ın babası zengindi köyün de  muhtarıydı kızını adı sanı anası babası olmayan üstsüz başsız kimsesiz bir yanaşmaya öldürseler vermezdi ama büyük sözü dinlememiş  evden kaçmış bir evladı red etmekle cezaların en hafifini vermişti. Zaman her acıyı hafifletirken kız evladın isyanı için zaman başka işlemiş, hiç ilerlememiş , isyan anında takılıp kalmıştı. 
 Nermin Hanım kocasını şehir kabristanına  gömdü.   Sonra bir yufkacıda çalışmaya başladı, sabah yedide dev bir saçın  başına geçiyor, akşam dokuza kadar hiç oturmadan saç üzerindeki yufka ekmekleri çeviriyordu.   Eşine en güzel en pahalı mezarı yaptırtmak için  para biriktiriyordu. 
Ne gereği var diyenlere çok kızıyordu, gözleri bıçak gibi oluyor, kıtır kıtır kesecek gibi bakıyordu.
Bir mezarcı buldu, öğrenmeye başladı,
mezar yapımına başlanabilmesi için gerekli bir süre varmış, toprağın oturması için en az bir sene beklenilmesi gerekiyormuş. Kocasının toprağı mezar yapımına elverişli hale gelinceye kadar yufka çevirerek para biriktirdi. Mezar yapımı için uygun vakit yaklaştığında ise mermer taşlarını araştırmaya başladı. Görkemli bir mezar için parası  fazlasıyla yetiyordu ama belediyenin kuralları vardı.  Tüm mezarlar bir standartta olacaktı , yerden yüksekliğinden rengine kadar her detayı ile belirlenmişti ve herkesin uyması zorunluydu.
(Çorum Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü, Belediye Meclisi’nin aldığı yeni bir kararla kentte bulunan Ulu, Çiftlik ve Hıdırlık mezarlıklarında yeni bir uygulama başlattı. Vatandaşların gelişi güzel iki üç katlı mermer mezarlar ve demir çubuklarla çevrili mezarlar yapmaları, belediye meclisinin almış olduğu karar ile yasaklandı. Belediye, 250 lira masraflı tek tip mezarlar ile bu duruma bir standart getirdi." ( https://www.haberler.com/corum-da-tek-tip-mezar-uygulamasi-3646118-haberi/))
 Kuralın koyulduğu günden sonra Nermin Hanım şahin kesildi, her yeni yapılan mezardan  haberi vardı, gözüne hoş görünen standart mezarın  mermerine dokunuyor, beyazın hangi tonu , nerede yaptırılmış diye sahiplerini gözetliyordu.  Köyünde gönlünce mezar yaptıramadığı için de babasına    her zamankinden daha çok bileniyordu. 
  Vakti gelmeden yapılan mezar taşlarının çatladığını, göçtüğünü öğreniyor, senesini sabırla bekliyordu. 
Geçen hafta akşam yemeği hazırlamak için mutfaktayken karşı penceredeki huzursuzluğu hissettim.  Buz gibi soğuk havada penceresini sonuna kadar açmış,  dönüp duruyor, bir oturup bir kalkıyordu. 
Yanına gittim. Elinde bir taş vardı.  Kabristandan yeni gelmişti, gördüklerine inanamıyordu, nasıl anlatacak nereden başlayacak bilemiyordu, tir tir titriyordu.  Yeni yapılan bir mezar görmüş, standarttan  farklıymış, karışı ile ölçmüş, mezar yüksekliği olması gerekenden iki karış daha yüksekmiş. 
Sakinleştirmeye çalıştım, yanlış ölçmüşsündür, yanılmışsındır, dememe fırsat vermedi, mezarcı da benim gibi demeye getirmiş , adamı  kolundan tutup mezarın başına götürmüş, ölç demiş.. Mezarı gören bekçi ne demiş?
Ne demiş? diye ateş saçan gözlerine bakıyorum.
Teyzeciğim, bu B....ların mezarı, adlarını hiç duymadın mı, onlar buranın en zengini, o kadarcık yükseklik olsun demiş.
Benim  mermerimde bu yükseklikte olacak demiş, Nermin Hanım. Adam sakinleştirmeye kalkışmış, "teyzeciğim ne lüzumsuz işler ile uğraşıyorsun, ölüne dua et, sadaka ver, ne yapacak rahmetli bir karış daha yüksek mermerli mezarı"...
Nermin Hanım  eğilmiş yerden bir taş almış, havaya kaldırmış, benim  mermerimde bu yükseklikte olacak demiş, olmaz diyenin alnını yararım.
Elindeki taşa baktım, tırnakları gömülmüş gibi, bırakmıyor. 

Sakinleşsin diye hiç tanımadığım rahmetli kocasını sordum, nasıl biriydi de bu kadar gözü kararmıştı Nermin Hanı'mın . Kalktı bir odaya gitti, kucağında  bir küfe ile yanıma geldi, hazine sandığını açar gibi eskimiş kararmış, küfenin içindekileri çıkarmaya başladı. Defterler, kağıtlar ile doldu kucağım, "hepsini aç oku "diyerekten. Okumaya başladım, aşk dizeleri, aşk manileri, aşk ile ağlayışlar, yakarışlar...

Eğer bu hikayeyi ben yazsaydım, hikayenin burasında küfenin içine aşk dolu defterler koymazdım, kimseyi inandıramam diye...
Eğer bu bir film olsaydı, aşk dolu küfeyi  gördüğüm anda, senaryocu gerçeklikten uzaklaşmış derdim. Ama "gerçek" bazen öyle geliveriyor ki, inanıp inanmamak arasında kalıveriyor insan. Nermin Hanım'ı ,  elindeki taşı unutup , gülüyorum. 
Sırtında küfesi üst katlara kömür taşırken, aynı zamanda sevgilisine şiir yazıyor, her çıktığı merdiven bir mısra , küfesini boşaltıp inmesi nakarat olmuş. Elinin karası ile yazmış. Her gördüğü güzel şeyi sevgilisine adamış, dize dize... 
Beraber yaşadıkları her günde birbirlerini sevmekten  daha değerli bir şey   görmemiş gözleri. Eşi her gün bir deniz yaratmış onun için, yaşadığı bozkırı hiç görmemiş kadın.    Eşi her gün daha çok sevmiş onu, her yeni günde daha çok sevilmiş, kadın. 
  Hiç kimse görmedi onu, gören ise hor gördü , dedi Nermin Hanım. Şimdi , herkesin göreceği , görenin saygı ile bakacağı, bir mezar  istemem, saçma , gereksiz öyle mi!  En zengini en büyüğü  nasıl  yatıyorsa kocamda  aynı şekilde yatacak, dedi.   Taşı havaya kaldırdı, "yatıracağım",dedi Nermin Hanım.  

Eve döndüm, akşam yemeğini hazırlamaya kaldığım yerden devam ederken üçüncü katın solgun ışığına bakıyorum. Bu yeni şehirde, yeni evimde  kitaplar okuyorum, filmler izliyorum, müzelere gidiyorum, kuralları önemsiyor, sokaktaki hayvanları besliyorum, çiçeklerimi suluyor, yolda selam veriyor, gülüyorum. Bunları yaparken bir menfaat gözetlediğimi hissediyorum,  iyi  olmaya çalışırsam gerçeğe yaklaşabilme umudu taşıyorum.  Hiç yaklaşamadım, yaklaştığımı sandıkça bencilliğimi gördüm. Oysa  bu yeni şehirde, mutfak penceremden beri her gün   aradığım şeyi  izlediğimi fark ettim.
 Gerçek olan" sevmek" miş, bir taşa tırnaklarını geçirir gibi sevebilmekmiş.  Dünyanın tüm ağırlığını bir küfe ile sırtlanmışken, sevdikçe hafiflemekmiş.  Umulmadık bir yerde özgürce korkusuzca  sevmek, gerçekten yaşamakmış...









5 yorum:

  1. Eşin ölümün ardından hissedilen o korkunç sancı kaybedilen beden yüzünden değil ki... Kaybettiğimiz şey onun anlatılamaz sevgisi, şefkati, ,anlayışı. Ben göğse vurulan yumruğun nedenini o kadar iyi biliyorum ki. O ağır çaresizliği unutturur umuduyla bedeni acıtma ihtiyacı bu belki de. Reflekstir bu. Başına vurur kimi insan yumruğunu, kimisi dizine... Kimi yere kapanıp yerleri yumruklar acısından. Bilinçsizdir bütün bunlar.
    Allah daha büyük acılar vermesin hiç kimseye. Hele evlat acısını hiç tattırmasın annelere. Ateş düştüğü yeri yakar. Ağrıyan dişi çeker gibi yüreğini koparmak ister insan. Anlatılmaz ki, yaşamayan bilemez.
    İnsanları anlamak da kolay değil. Acıya saygı duymayıp böylesi eleştirmek ne kazandırıyor onlara.
    Nermin Hanımın acısı azalsa da bitmez. Artık onun yaşamı asla eskisi gibi olmaz. Hep eksik, hep yarım yaşayacak. Tek teselli şu ki, bu boşlukta yaşamaya alışacak.
    Hikayen yine sürüklüyor insanı, düşündürüyor, ders veriyor yanlışlarımızı hatırlatıyor. Yüreğine sağlık canım. Yinen söylüyorum. Yazmaktan vazgeçme. Seni eleştirenler hikayede anlatılan olaylara takılıyor. Edebi değeriyle ilgilenmiyor.Hatta birçoğu anafikri anlamıyor bile. Bu yüzden kulak asma onlara.

    YanıtlaSil
  2. Sevmekte de olculu olmaktan yanayim :) her sevmede olculu olunamiyor tabi, mesela evlat sevgisi, sevgine muhtac bir canliyi cok sevmek istiyorsun. Romantik sevgide ise hikayedeki kivama gelmek icin hayatin caresizliginden sevgilinin varligina siginmis olmak gerekir gibi. Bir cogumuz icin "eskisi gibi asklar" azaliyor cunku artik hayata karsi daha donanimliyiz. Egitimimiz, ugraslarimiz, kayiplarimiz, hayal kirikliklarimiz bizi fazla guclu yapiyor ve aska dusemiyoruz ki bu da diger potansiyelleri gerceklestirmek icin bir firsat olmali. Ayse Hanim, hikayeniz cok guzel. Nermin Hanim'in tasi bize isteklerimiz icin hayatta her zaman tasi elimize almak sansimiz oldugunu hatirlatiyor.

    YanıtlaSil
  3. Sevdigini kaybetmenin acisini cok guzel anlatmissiniz.. Irmak

    YanıtlaSil
  4. Sevgilerine gıpta ettim, Allah herkese versin böyle sevgi :) Allah rahmet eylesin, mezarlar gösterişten uzak olmalı elbette ama teyzenin gösterişli mezar istemesinin altında yatan duygu farklı olunca... ne var yaptırsa istediği gibi diye geçiyor içimden.

    YanıtlaSil
  5. Merhaba, blogunuzu ziyarete geldim. Benim blogumu yorum ve ziyaretinizle dedteklemenizi beklerim.

    YanıtlaSil