Çorum'a taşındığımız günden beri en çok duyduğum şey, "nerelisin", sorusu oldu.
Bu soruyla hiç karşılaşmamış oğlum yeni okulunda bol bol talim ediyor. Yeni okulunda
sınıfında 9 yaşındaki çocuklar nerelisin diye soruyor. İstanbul cevabına, yok onu sormuyoruz toprak nere? diyorlar
Öğretmeni yeni gelmiş öğrencisini ayağa kaldırıyor; memleket nere?
Türkiye
Yok onu sormadım, nerelisin?
İstanbul
Nerede doğdun?
İstanbul
Baban nerede doğmuş
İstanbul
Babanın babası
İstanbul
Babaanne nereli,
İstanbul
Babaannenin babası
Duraklıyor, büyük dedesinin sesini çok duymuştu, taş plaklarda sesi vardı, yemyeşil tepeli ıssız İstanbul fotoğraflarında resmi vardı.
İstanbul diye cevap veriyor.
İstanbul diye cevap verdikçe sözlüde aradığı cevabı alamayan öğretmen gibi huzursuz oluyor.
Sen akşam babana bir sor asıl kütük neresi diye?
Okulda adı ile değil, İstanbullu diye çağrılmaya başlanıyor. İçine şu imaları da katarak, İstanbullu diyoruz ama, aslında İstanbullu değilsin ama olsun, aslını gizleyerek inkar ediyor ama olsun, asıl memleketini hor görüyor ama olsun dedelerinin toprağına nankörlük ediyor ama olsun biz yine de İstanbul'u kabul edelim, İstanbullu diyelim.
Nerelisin sorusu uzamasın diye İstanbul'u saklayıp babasının dört kuşak önce göç ettiği yeri bazen de annesinin doğum yerini söylemeye başlamış, hiç bilmediği bu yabancı yerlerden soru gelince de sen nasıl oralısın olmuş...
Dördüncü yılında okula
yeni gelen bir öğretmen yine "nerelisin" diye sorunca,
" Çorumluyum" demiş.
Sınıfın hepsi "yedi göbek Çorumlu " olduğu için Çorumlu olmayı öyle İstanbul çakmalarına bırakacak halleri yokmuş, itiraz etmişler...Çorumlu değil diye...
Boğazkale'deki Hattuşaş, Ortaköy'deki Şapinuva, Alacahöyük, Yazılıkaya tapınağı, Çorum müzesi, Alacahöyük müzesi, Boğazköy müzesi, iskilip kaya mezarı, İskilip müzesi, Laçin kapılıkaya, İskilip kalesi, Osmancık kalesi, Koyunbaba köprüsü, saymaya başlamış, bir kaç sene içinde gördüğü yerleri. Çorum'a gelen tüm misafirleri bu yerlere götürerek, tanıtarak, defalarca...
Sınıfında yedi göbek Çorumlu arkadaşlarının içinde Hattuşaş'ı hiç görmemişi var iken , sokakta selam verip yedi göbekli Çorumluyum diyenlerin neredeyse hepsi Hattuşaş'ı hiç bilmediğini duyduğumda artık şaşırmıyorum.
Öğrencisine nerelesin diye soran öğretmenin, okulun dört yılında Trabzon'a Rize Bursa Çanakkale'ye gezi düzenleyip bir kere bile Çorum'un tarihi yerlerine gezi düzenlenmemiş olmasına, sınıfında Hatuşaş'ı hiç görmemiş yedi göbek Çorumlu öğrencilerinde sorumluluk hissetmemesine de şaşırmıyorum.
Nerelisin sorusuna verilecek cevaplar üzerine oğlum ile sohbetler yapıyoruz, şehirler, ülkeler insan gibidir, beraber yaşamaya mecbur olduğumuz kişiyi tanımak zorundayız, ailemizi arkadaşımızı sevgilimizi, sevdiği sevmediği şeyleri, nelerden hoşlandığını nelerden korktuğunu, vakit ayırıp düşünmeliyiz onun için, duygularını ızlemeliyiz, görebilmeliyiz içinde sakladığı umutlarını hayallerini...Tanımadığımız birini gerçekten sevemeyiz...
Oğlumun, insan yedi göbek yaşadığı yeri neden tanımak istemez sorusuna da şaşırmıyorum.
Çorum devlet hastanesi sırasında bir kadın ile konuşmamı anlatıyorum; uzun süredir çektiği hastalığından kocasının haberi yokmuş, bekleme salonundaki bir saksı çiçeği göstererek, şu saksıdaki çiçek gibiyim onun için, bu çiçeğin adı nedir, güneşi mi sever gölgeyi mi, nasıl sulanır nasıl büyür bilinmez, bilinmediğim onun gözünde, karısı mıyım karısı, işte o kadar...
Çorumlu mu Çorumlu o kadar...
28 Mart 2019 Perşembe
27 Mart 2019 Çarşamba
Saz kursunda ilk günüm
Saz kursuna kaydımı yaptırıp derslerin haftaya başlayacağı bilgisini aldıktan sonra, saz denilen müzik aletine ne kadar uzak olduğumu, televizyonda radyoda saz sesi duyduğumda kanalı değiştirdiğimi aklıma getirdim. Eve gelip youtube' u açıp , saz yazdım. İlk çıkanlardan bir kaçını dinledikten sonra kendi listemi tıklayıp Bach dinleyerek yine yanlış karar verdiğimi, kaydımı sildirmem gerektiğini anladım.
Kaydımı hemen sildirmeme eşim engel oldu, bir fırsat ver, ilk derse katıl dedi.
İlk ders günü bir tek benim müzik aletim yoktu, babalarından dedelerinden amcalarından kalan sazları ile tüm kadınlar hazırlıklı gelmişlerdi.
Çalacağımız aletin adının saz değil bağlama olduğunu söyleyen genç erkek öğretmenimiz ilk önce nota öğreteceğini söyledikten sonra hayatında hiç nota görmeyen var mı diye sordu, tüm sınıf parmak kaldırdı. Arka sıralarda oturan bir kadın okuma yazma bilmemesinin sorun oluşturup oluşturmayacağını sordu.
Öğretmen tek tek kadınların ellerindeki sazı alıp akort yapmaya başladı. Bu saz kırıkmış tamir edilmiş , dedi öğretmen. Orta yaşını geçkin bir kadın, rahmetli kocam başıma vurmuştu dedi, herkes gülmeye başladı. Gülüşmelerden cesaret alan iri yarı bir kadın paltosunu çıkarttı, gömleğinin arkasındaki yırtığı göstererek kaynanam saz kursuna gittiğimi duyunca kapıda üstüme saldırdı, seni tüm kurs arkadaşlarıma tanıtacağım diyerekten gömleğimi çıkarmadan geldim dedi. Gülüşmeler kahkahalara döndü. Öğretmen her sazın hikayesini dinleyerek akort yapmaya devam ederken bizi teneffüse çıkarttı. Kaydımın silinmesi için yetkili kişiyi aradım, bulamadım, bahçedeki ağaca yaslandım. Ellerinde sarı çiğdemler , kafasında saz parçalanan kadın ile maskulen görünümlü bir kadın yanıma geldi. Hala gülüyorlardı. Köyümün çiğdemleri dedi, kurs arkadaşlarım için toplamıştım. Çiğdemi bana uzatırken anlatmaya başladı, köyümüze müzik öğretmeni neden geldiydi bilmiyorum, ben yetimim, beni evermişler bu öğretmenle, haberim yok, çocuğum daha...babamın duvarda asılı sazını aldım yanıma, şehre geldim ...kocam saz öğretiyor herkese, babamın sazı ile karşısına oturdum bana da öğret diye, sazı elimden alıp başıma vurduydu, bir daha saz maz lafı açamadım, geçen sene rahmetli oldu kendisi dedi. Çiğdem elimde diğer kadının hikayesini dinledim.
Yaşı daha çok gençti, saçları erkek gibi kesilmiş, kıyafeti hareketi erkek gibi . Babam öldüğünde anam benimle tek başına kaldı, akşamları terminalde çay yaptı sabahları yufkacıda yufka açtı , ev sahibimiz, evimde dul istemem dedi, çıkarttı, dula kimse ev vermek istemedi, anam " ben şen dul muyum, koca mı bırakmışım, kocam ölmüş, kara dulum ben , derdi, keşke bir oğlum olsaydı diye ağlardı. Başımızı sokacak bir delik bulduğumuzda ise etrafa karşı beni erkek çocuk gibi gösterdi. Büyüdükçe, boyum uzadıkça babamın kıyafetleri üzerime olmaya başladı, sevindi annem , kocası canlanmış gibi diye gülerken , yüzünde saklayamadığı ışıl ışıl parlayan kadın gözleri vardı.
Bu kadınları böyle açık pervasız özgürce içinden geldiği gibi konuşturan şey ,saz olmalıydı. Çocukluğundan beri her gece kendinden büyük bir acıya sarılıp uyumak zorunda kalmış bu kadınlar için saz ne anlama geliyordu? Baş edemediğine, çaresiz kaldığına , korku ile sarılıp büyümeye alışmış bu kadınlar için saz çok önemli olmalıydı.
Teneffüs bitti, sınıflara girildi. Öğretmenimiz derse başlarken bana baktı, sazımı neden getirmediğimi sordu. Bu kadınların yaşadıklarına, saza uzak olduğum gibi uzaktım, haber kanallarında duymaya , görmeye tahammül edemiyor, kanalı değiştiriyordum , aynı sazın sesi gibi...
Bu coğrafyada esmer karasal dümdüz kavruk gölgesiz tek renk bozkırın içinde , okuma yazmadan önce saz çalmaya can atan , kocasını gömüp gelmiş, kadınlar ile aynı sınıfta arkadaş olmak istedim. Elimde sarı çiğdem ile
öbür derse sazımı alıp geleceğim öğretmenim,dedi
22 Mart 2019 Cuma
Bu yeni doktor
Okulun istediği muayene taraması formunun doldurulması ve soğuk algınlığı için oğlum ile sağlık ocağındayız. Sağlık ocağına gelmeyi erteleyebildiğim kadar ertelememe rağmen, mecburen buradayım. Sırada önümüzde üç kişi olmasına rağmen telefonumu sessize alıyorum, doktor odasında yapmam gerekenleri dışarıda sıra beklerken yapıyorum, oğluma montunu çıkarmasını söylüyorum. Kimliğini çantamdan çıkarıp elime alıyorum, şikayetiniz nedir sorusu için talim ediyorum, en kısa cümleyi arıyorum. Bir an önce yoğun ve gergin doktorun odasından çıkalım diye bu tedirginliğim, hem doktoru hem de bekleyenleri meşgul etmeyelim.
Eski doktorumuzun gerginliğini hisseden çocuk doktora gitmemek için ağlıyordu, doktor seçme şansımız olduğunu öğrenince bu doktoru seçmiştim. Seçtiğim doktor, hastası olan çocuğu görmüyor, hasta benmişim gibi davranıyordu, çocuğun yüzüne bakmadan, nesi var diye bana soruyor, sırtını benim açmamı istiyor, sonrasında nesi olduğu konusunda bir kelime etmeden reçeteyi yine bana uzatıyordu. Günaydını, teşekkür ederizi, kolay gelsini çocuğun ağzından çıksa bile almıyordu.
Doktorumuzun yeniden değiştiğini sıramız gelip odaya girince farkına varabildim. Yeni doktorumuz masasından kalkıp hoş geldiniz dedi. Gülümseyerek önce oğluma baktı. Oğlumun hasta olduğunu duyunca ona yöneldi, yapmacıksız, abartısız, sahici, canlı bir merak ile oğluma soruyor dinliyordu. Okul formunu doldururken okulun nasıl gittiğini sordu doktor. Okul nasıl gidiyor diye soran herkese " iyi gidiyor" diyen oğlum , doktora, " okulda kalbinin hızlı çarptığını nefessiz kalacağından korktuğunu , bu durumun tehlikeli olup olmadığını sordu. Doktor başını kağıttan kaldırıp okulda kalbinin hızlı attığı anları söylemesini istedi. Ödevleri yetişmediğinde,öğretmenleri tahtaya kaldırdığında, sözlüde, yazılı sınavlarda, sınav sonuçları okunduğunda, öğretmeni anlatırken anlamadığında, öğretmenini kızdırıp azarlanma ihtimallerinde, teneffüste erkeklerin kaba şakalarında, kızların küçümseyici bakışlarında,... Sanki sıra beklerken doktorun bu soruyu soracağını hesap etmiş gibi sıra sıra takılmadan bir solukta anlatıyordu. İçeri gireli beş dakika olmuştu, dışarıdan kapı tıklanmaya başladı. Doktor pür dikkat dinledi. Sonra bisikleti olup olmadığını sordu. Bisikletini İstanbul'da sahil yolunda okula başlamadığı zamanlarında sürüyordu ama buraya gelince tüm ısrarıma rağmen sürmek istememiş, arka balkona terk etmiştik. İki gün dinlenme yazdı, iki gün boyunca evin her köşesinde uzanarak istediği bir kitabı okusundu sonra her gün bisikleti ile itfaiye parkında en az üç tur atacaktı. Aklım hep dışarı çıkmamızı bekleyen artık öfkelenen sıradakilerde...Biz buraların yabancısıyız o söylediğiniz parkı bilmiyorum dedim. Bu sefer doktor gülerek benim yüzüme baktı, neden yabancı olasınız burada yaşadığınıza göre buralısınız " Çorumlu'sunuz" dedi. Dışarıdaki homurtular alnımda boncuk boncuk ter yapmış olsa da gözlerinin içi gülen doktoru büyük bir minnetle dinlemeye başladım. Doktor tepeden lütfeden gibi değil de yakınlığını aradığım arkadaşım gibi bakıyor, şehrin güzelliklerini sayıyordu. Kapı gümbür gümbür çalıyor, açılıyor öfkeli bir baş içeri uzanıyor sonra sert bir şekilde kapanıyordu. Dışarıdan gelen sesleri duyuyordum , sohbete gelmişler, doktorun yakını- ahbabı olsa gerek, düşüncesizler, şikayet etmek gerek... Ne güzel insan diye iç geçiriyorum, birinin her şey güzel olacak demesine ne çok hasretmişim, her şeyin çok güzel olacağına inanan çevresini inandırmaya çalışan böyle bir insana ne çok ihtiyacım varmış. Oğluma bakarak, okul senin okulun dedi, sen kendin oldukça , mücadele ettikçe, arkadaşlığı sevgiyi paylaşmayı hissetmeyi, sınavlardan notlardan daha değerli gören okullar mutlaka var olacak dedi. Sonra bana yönelerek, şehrin benim şehrim olduğunu söyledi, Çorum'un güzelliklerinden birini görmem için,bir saz kursu adı bile verdi. Dışarı çıktığımda, ilaç yazdırmaya gelmiş dört hastadan özür diledim, bu yeni doktorun çok iyi biri olduğunu onu şikayet etmemelerini bizim yüzümüzden olduğunu söyledim. Yeniden doğmuş gibi çıkmıştık sağlık ocağından. Oğlum iki günde iki kitap bitirdi, arka balkondaki bisikletinin tozunu sildi, inmiş lastiklerine hava vurdu. Saza, sazın kültürüne o kadar çok uzağım ve yabancısıyım ki...Ama artık doktor tavsiyesine uyarak yabancıyım demeyeceğim, saz çalmayı doktorumun verdiği aydınlık hatırına öğreneceğim...
Eski doktorumuzun gerginliğini hisseden çocuk doktora gitmemek için ağlıyordu, doktor seçme şansımız olduğunu öğrenince bu doktoru seçmiştim. Seçtiğim doktor, hastası olan çocuğu görmüyor, hasta benmişim gibi davranıyordu, çocuğun yüzüne bakmadan, nesi var diye bana soruyor, sırtını benim açmamı istiyor, sonrasında nesi olduğu konusunda bir kelime etmeden reçeteyi yine bana uzatıyordu. Günaydını, teşekkür ederizi, kolay gelsini çocuğun ağzından çıksa bile almıyordu.
Doktorumuzun yeniden değiştiğini sıramız gelip odaya girince farkına varabildim. Yeni doktorumuz masasından kalkıp hoş geldiniz dedi. Gülümseyerek önce oğluma baktı. Oğlumun hasta olduğunu duyunca ona yöneldi, yapmacıksız, abartısız, sahici, canlı bir merak ile oğluma soruyor dinliyordu. Okul formunu doldururken okulun nasıl gittiğini sordu doktor. Okul nasıl gidiyor diye soran herkese " iyi gidiyor" diyen oğlum , doktora, " okulda kalbinin hızlı çarptığını nefessiz kalacağından korktuğunu , bu durumun tehlikeli olup olmadığını sordu. Doktor başını kağıttan kaldırıp okulda kalbinin hızlı attığı anları söylemesini istedi. Ödevleri yetişmediğinde,öğretmenleri tahtaya kaldırdığında, sözlüde, yazılı sınavlarda, sınav sonuçları okunduğunda, öğretmeni anlatırken anlamadığında, öğretmenini kızdırıp azarlanma ihtimallerinde, teneffüste erkeklerin kaba şakalarında, kızların küçümseyici bakışlarında,... Sanki sıra beklerken doktorun bu soruyu soracağını hesap etmiş gibi sıra sıra takılmadan bir solukta anlatıyordu. İçeri gireli beş dakika olmuştu, dışarıdan kapı tıklanmaya başladı. Doktor pür dikkat dinledi. Sonra bisikleti olup olmadığını sordu. Bisikletini İstanbul'da sahil yolunda okula başlamadığı zamanlarında sürüyordu ama buraya gelince tüm ısrarıma rağmen sürmek istememiş, arka balkona terk etmiştik. İki gün dinlenme yazdı, iki gün boyunca evin her köşesinde uzanarak istediği bir kitabı okusundu sonra her gün bisikleti ile itfaiye parkında en az üç tur atacaktı. Aklım hep dışarı çıkmamızı bekleyen artık öfkelenen sıradakilerde...Biz buraların yabancısıyız o söylediğiniz parkı bilmiyorum dedim. Bu sefer doktor gülerek benim yüzüme baktı, neden yabancı olasınız burada yaşadığınıza göre buralısınız " Çorumlu'sunuz" dedi. Dışarıdaki homurtular alnımda boncuk boncuk ter yapmış olsa da gözlerinin içi gülen doktoru büyük bir minnetle dinlemeye başladım. Doktor tepeden lütfeden gibi değil de yakınlığını aradığım arkadaşım gibi bakıyor, şehrin güzelliklerini sayıyordu. Kapı gümbür gümbür çalıyor, açılıyor öfkeli bir baş içeri uzanıyor sonra sert bir şekilde kapanıyordu. Dışarıdan gelen sesleri duyuyordum , sohbete gelmişler, doktorun yakını- ahbabı olsa gerek, düşüncesizler, şikayet etmek gerek... Ne güzel insan diye iç geçiriyorum, birinin her şey güzel olacak demesine ne çok hasretmişim, her şeyin çok güzel olacağına inanan çevresini inandırmaya çalışan böyle bir insana ne çok ihtiyacım varmış. Oğluma bakarak, okul senin okulun dedi, sen kendin oldukça , mücadele ettikçe, arkadaşlığı sevgiyi paylaşmayı hissetmeyi, sınavlardan notlardan daha değerli gören okullar mutlaka var olacak dedi. Sonra bana yönelerek, şehrin benim şehrim olduğunu söyledi, Çorum'un güzelliklerinden birini görmem için,bir saz kursu adı bile verdi. Dışarı çıktığımda, ilaç yazdırmaya gelmiş dört hastadan özür diledim, bu yeni doktorun çok iyi biri olduğunu onu şikayet etmemelerini bizim yüzümüzden olduğunu söyledim. Yeniden doğmuş gibi çıkmıştık sağlık ocağından. Oğlum iki günde iki kitap bitirdi, arka balkondaki bisikletinin tozunu sildi, inmiş lastiklerine hava vurdu. Saza, sazın kültürüne o kadar çok uzağım ve yabancısıyım ki...Ama artık doktor tavsiyesine uyarak yabancıyım demeyeceğim, saz çalmayı doktorumun verdiği aydınlık hatırına öğreneceğim...
1 Mart 2019 Cuma
Doktor Kapısı
Bu kış, çok kere hastalandım. Şehrin devlet hastanesi poliklinklerinde sıramı beklerken çeşit çeşit hasta tanıdım, sohbetlerine kulak misafiri oldum, kısa süreli de olsa sıcacık arkadaşlıklar kurdum.
İnternetten aldığım randevu ile çok sıra beklemiyordum, ama bazen internet günler sonrasına sıra verebiliyordu. Gecikmeye gelmeyen rahatsızlıklarda hastane içindeki gişelerden sıra alıp aynı gün içeresinde muayene olabiliyorum ama uzun beklemeyi göze almam gerekiyordu çünkü öncelik randevulu hastalara veriliyordu. İnternetteki randevular 10 dakika aralıklar ile iken hastane içinde alınan randevular ve kontrol hastaları ile birlikte doktor kapısı önü oldukça kalabalıklaşıyordu.Bugün kontrol için içeriden çağrılmayı beklediğim bir saat içerisinde doktorun,otuza yakın hasta ile ilgilenmek zorunda kaldığına şahit oldum. İki dakikada bir doktor kapısı açılıp kapanıyordu. Şehrin pazarı kurulduğu günlerde köylerden ilçelerden gelenler ile yoğunluk daha da artıyordu. Yoğunluk sadece kendi hastalığına yoğunlaşmışken içerideki gencecik doktor tüm hastaların derdini iki dakikalığına da olsa dinlemeye şifa olmaya odaklanmıştı.
İsimlerimizin yazılmasını beklerken köyden ve kasabadan gelenler daha bir tedirgin oluyorlardı, ulaşımları bizim gibi şehirde oturanlara göre daha meşakkatliydi... Sırası gelmediği halde açılan her kapıda içeri dalanlar oluyordu. Her defasında dışarı atılanlar arasında sinirlenenler ileri geri konuşanlar oluyordu. Ben cahilim sıra mıra bilmiyorum diyerek içeri dalan , içeride uyarılıp dışarı çıkarılan teyze, 184'e Sabim'e 150 Bimer 'e Cimer'e telefon açacağım şikayet edeceğim diyecek kadar bilgili çıkabiliyordu ( teyzeden önce hiç birinden haberim yoktu).
Sıranın gelmesini beklerken yanında oturanların hastalığını merak edenler, başkalarının tahlillerine ilgi duyanlar, tahlillerden kahve falına bakar gibi sonuç çıkaranlar, yüzünün rengine öksürüğünün şiddetine , ağrının yerine göre teşhis koyanlar, kendi ilacını önerenler, bu doktorun hiç bir şeyden anlamadığını bu doktorun çok iyi olduğuna iddia edenler, komşusu geliyor diye ona eşlik etmek için peş peşe sıra alanlar...
Yemenisini kulak ardı bağlamış, iri halka küpeleri sallana sallana gelen ablaya yer vermek istiyorum, otur diyerek omzumdan geri ittiriyor, beni birden bire çok seviyor. Neyin var diyor, söylüyorum. Kaç çocuğun var diyor, bir diyorum neden bir tane daha yapmadın diye kalabalık içinde sesini alçaltmadan soruyor, sessizce gülüyorum. Kardeşsiz büyüyen oğluma ayrı, tek çocuklu bana ayrı üzülüyor. Oğluma kardeş gelsin diye önerdiği şeyleri detayları ile anlatırken bir türlü sıram gelmiyor. Hiç konuşmayan sessiz sessiz gülen bu tek çocuklu kadıncağızdan sıkılıyor, konuşmak için başka birini buluyor. Ablanın konuştukları beynimde dönüp duruyor. Dinmeyen öksürük için geldiğim poliklinik, yeni doğan çocuk bölümüne dönüşüyor, bebek kokusu, yeniden bir heyecan , umutlu gelecekler, çocuk gülüşleri , hayallerin pembeliği gözümü kör etmiş kapıda adım yanmış sönmüş sıram geçmiş.
Bu sefer kanımdaki değerlerin düşüklüğü yüzünden dahiliye kapısında ismimi gözetliyorum. Elimdeki tahlil sonuçlarına bakmak isteyen heyecanlı araştırmacı yardımsever genç kadının yüzü asılıyor. Korkmayın , inşallah bir şeyiniz yoktur diyerek acı acı yüzüme bakıyor. Üst üste geçirdiğim solunum hastalıkları yüzünden düşmüş olduğunu sanıp umursamadığım değerlerim artık korkutuyor beni. Kadın dayanamıyor, yine konuşuyor,sizi korkutmak istemem ama eltimin kızının da sizinle aynı bu değerlerdi, düşüktü. Susuyor. Yeniden konuşuyor. Hiç korkmayın eltimin kızı hayatta çok şükür sağlıklı ama tabi o daha çocuktu , bu hastalığın iyileşme oranı çocuklarda yüzde doksan ama yetişkinlerde...Susuyor. Sonra yeniden, ama korkmayın tıp ilerledi, yetişkinlerde de iyileşme yüzdesi arttı. Kalbim hızlı atmaya başlıyor. Bu hastalık dediği şeyin adını soramıyorum, dahiliye kapısı üzerinde morg yazısı beliriyor, içeriden adım okunmasın,odaya çağırmasınlar istiyorum. Çok korkuyorum, kaçıp kurtulmak istiyorum. Genç kadın heyecanını kaybetmeden diğer bekleyenlerin kağıtlarına bakmaya devam ediyordu.
( Güler yüzü ile benimle de iki dakika ilgilenip yollamak zorunda kalan doktorların sorunu için çözüm bulunur umarım)
https://www.haberler.com/corum-da-son-2-ayda-40-doktor-gorevinden-istifa-11776801-haberi/
İnternetten aldığım randevu ile çok sıra beklemiyordum, ama bazen internet günler sonrasına sıra verebiliyordu. Gecikmeye gelmeyen rahatsızlıklarda hastane içindeki gişelerden sıra alıp aynı gün içeresinde muayene olabiliyorum ama uzun beklemeyi göze almam gerekiyordu çünkü öncelik randevulu hastalara veriliyordu. İnternetteki randevular 10 dakika aralıklar ile iken hastane içinde alınan randevular ve kontrol hastaları ile birlikte doktor kapısı önü oldukça kalabalıklaşıyordu.Bugün kontrol için içeriden çağrılmayı beklediğim bir saat içerisinde doktorun,otuza yakın hasta ile ilgilenmek zorunda kaldığına şahit oldum. İki dakikada bir doktor kapısı açılıp kapanıyordu. Şehrin pazarı kurulduğu günlerde köylerden ilçelerden gelenler ile yoğunluk daha da artıyordu. Yoğunluk sadece kendi hastalığına yoğunlaşmışken içerideki gencecik doktor tüm hastaların derdini iki dakikalığına da olsa dinlemeye şifa olmaya odaklanmıştı.
İsimlerimizin yazılmasını beklerken köyden ve kasabadan gelenler daha bir tedirgin oluyorlardı, ulaşımları bizim gibi şehirde oturanlara göre daha meşakkatliydi... Sırası gelmediği halde açılan her kapıda içeri dalanlar oluyordu. Her defasında dışarı atılanlar arasında sinirlenenler ileri geri konuşanlar oluyordu. Ben cahilim sıra mıra bilmiyorum diyerek içeri dalan , içeride uyarılıp dışarı çıkarılan teyze, 184'e Sabim'e 150 Bimer 'e Cimer'e telefon açacağım şikayet edeceğim diyecek kadar bilgili çıkabiliyordu ( teyzeden önce hiç birinden haberim yoktu).
Sıranın gelmesini beklerken yanında oturanların hastalığını merak edenler, başkalarının tahlillerine ilgi duyanlar, tahlillerden kahve falına bakar gibi sonuç çıkaranlar, yüzünün rengine öksürüğünün şiddetine , ağrının yerine göre teşhis koyanlar, kendi ilacını önerenler, bu doktorun hiç bir şeyden anlamadığını bu doktorun çok iyi olduğuna iddia edenler, komşusu geliyor diye ona eşlik etmek için peş peşe sıra alanlar...
Yemenisini kulak ardı bağlamış, iri halka küpeleri sallana sallana gelen ablaya yer vermek istiyorum, otur diyerek omzumdan geri ittiriyor, beni birden bire çok seviyor. Neyin var diyor, söylüyorum. Kaç çocuğun var diyor, bir diyorum neden bir tane daha yapmadın diye kalabalık içinde sesini alçaltmadan soruyor, sessizce gülüyorum. Kardeşsiz büyüyen oğluma ayrı, tek çocuklu bana ayrı üzülüyor. Oğluma kardeş gelsin diye önerdiği şeyleri detayları ile anlatırken bir türlü sıram gelmiyor. Hiç konuşmayan sessiz sessiz gülen bu tek çocuklu kadıncağızdan sıkılıyor, konuşmak için başka birini buluyor. Ablanın konuştukları beynimde dönüp duruyor. Dinmeyen öksürük için geldiğim poliklinik, yeni doğan çocuk bölümüne dönüşüyor, bebek kokusu, yeniden bir heyecan , umutlu gelecekler, çocuk gülüşleri , hayallerin pembeliği gözümü kör etmiş kapıda adım yanmış sönmüş sıram geçmiş.
Bu sefer kanımdaki değerlerin düşüklüğü yüzünden dahiliye kapısında ismimi gözetliyorum. Elimdeki tahlil sonuçlarına bakmak isteyen heyecanlı araştırmacı yardımsever genç kadının yüzü asılıyor. Korkmayın , inşallah bir şeyiniz yoktur diyerek acı acı yüzüme bakıyor. Üst üste geçirdiğim solunum hastalıkları yüzünden düşmüş olduğunu sanıp umursamadığım değerlerim artık korkutuyor beni. Kadın dayanamıyor, yine konuşuyor,sizi korkutmak istemem ama eltimin kızının da sizinle aynı bu değerlerdi, düşüktü. Susuyor. Yeniden konuşuyor. Hiç korkmayın eltimin kızı hayatta çok şükür sağlıklı ama tabi o daha çocuktu , bu hastalığın iyileşme oranı çocuklarda yüzde doksan ama yetişkinlerde...Susuyor. Sonra yeniden, ama korkmayın tıp ilerledi, yetişkinlerde de iyileşme yüzdesi arttı. Kalbim hızlı atmaya başlıyor. Bu hastalık dediği şeyin adını soramıyorum, dahiliye kapısı üzerinde morg yazısı beliriyor, içeriden adım okunmasın,odaya çağırmasınlar istiyorum. Çok korkuyorum, kaçıp kurtulmak istiyorum. Genç kadın heyecanını kaybetmeden diğer bekleyenlerin kağıtlarına bakmaya devam ediyordu.
( Güler yüzü ile benimle de iki dakika ilgilenip yollamak zorunda kalan doktorların sorunu için çözüm bulunur umarım)
https://www.haberler.com/corum-da-son-2-ayda-40-doktor-gorevinden-istifa-11776801-haberi/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)