Domuzları vurmasınlar diye tepelere çıkıyorum. Hiç kimsenin haberi olmadan bir solukta gidip geliyor iken bu köpek bir yerlerden çıkıveriyor., beni izliyor. Sebze, meyve yumurta kabukları için mi beni takip ediyor , karnı o kadar mı aç, yaptığım yalı sabah akşam bahçeme koyuyorum, o da yiyor görüyordum. Bu sefer tepeye bıraktıklarımın yanına yaklaşmadı, peşimden bahçeye kadar geldi. Sonra yok oluyor.
Bu köpekten çok korkuyorum, gözüm görmesin diye uğraşıyorum, yanıma yaklaştıkça gözlerimi kapıyor, oradan uzaklaşıyorum.
Hissediyorum, ona bakarsam virüs içime girecek, öldürmeyecek, ömür boyu süründürecek acıdan, kurtuluşum olmayacak.
İyice yaklaştı yanıma, taze kazdığım yerlere yatmaya başladı.
Ekilecek toprağı kazma ile kazmak yeterli değilmiş, bellemek lazımmış, kazmayı bıraktım bele terfi ettim. Bel daha güç istiyor ama kazmadan daha zevkli. Beli toprağa saplıyorsun üzerine çıkıyorsun, ne kadar derine giderse o kadar iyi oluyormuş ekilen bitki için, toprağı derin sürmek verimi artıyormuş.
Yardıma ihtiyaç duyduğumu hissedip yerinden kalkıyor.
Dikenler, yabani fideler , sarmaşıklar toprağa öyle kök salmışlar ki söküp çıkarmak çok zor.
Zorlandığımı hissedip yardıma geliyor.
Oysa hiç yardım talebim yoktu, sırf kendi isteği ile dalları, kökleri dişleyip uzaklaştırıyor.
Uzak olsun benden diye ne yapabilirim, bilemiyorum.
Köyümün hayvanlarının bakışları bir başkadır. Bakışları bu köye özgüdür.
Bakışlarında öyle bir farklılık vardır ki, göz göze gelindiğinde kezzap gibi eritir insan yüreğini.
İnsandan korkarlar, yanaşmazlar, elini kaldırsan taş atacak sanır başlarını eğer , kaçarlar.
Bahçemde çalışırken uzaktan beri de olsa beni izlemelerine şaşıyorum.
Bahçemde en çok yılan var. Gölde yüzen, siyah ince uzun yılanların artık benden korkmadıklarını sanıyorum. Yüzüp yüzüp gelip yanımda güneşleniyorlar.
( güneşlenen bir yılan:)
Sonbahar gelince tosbağalar, köstüler , yaban kazları, cırcır böcükleri, eşek arıları, artık görünmez oldular.
Bazı akşamları bir gulugız ( baykuş) geliyor, artık çırılçıplak kalmış incir ağacına konuyor. Hep aynı gulugız, kendinden başkası yok, tok bir ses ile yalnızlığını mı karanlığa anlatıyor, bilemiyorum. Ama köyde kimse onu sevmiyor , gulugız gelmiş diye irkiliyorlar, uğursuzluğu def etmek istiyorlar.
Çatık kaşlı kediler ile cins cins köpekleri de her gün bahçemde görüyorum.
Beni izleyen iri bir karabaşı tanıyorum, tepeye çıktığım bir günde görmüştüm ilkin.
Bahçedeki ekili yerimde garip ayak izlerinin nedenini sorduğumda fındık yiyen( domuz) inmiş dediler. Duvarlarındaki tüfeklere baktılar. Domuzlar gerçekten fındık mı yer , domuzlar ne yer diye internetten baktım. Bu köyün hayvanları iyi bilirler, köylünün tarlası çok kıymetlidir, tarlaya, ekili yere girenlere müsamaha yoktur.Topladığım mutfak artıkları ile tepeye çıktım, domuzlar yesin, aşağıya inmesinlerdi . İşte o gün bu karabaşı gördüm, aslan gibi oturmuş zirveden bakınıyordu. Beni görünce kaçmadı. İyice uzaklaştığımdan emin olunca domuzlar için olan sebze meyve artıklarını yedi.
Köpeklerin açlığını görmek istemiyorum, artık dayanamıyorum. Açlıklarına karşı bencilce gözlerimi kapatıp uzaklaşıveriyorum. Bahçeme kaçıyorum.
Bu bahçe tüm hayvanların.
Bahçemdeki tüm canlıların karnı tok olsun. Arılar, yılanlar, köstüler, kediler köpekler , gulugızı, kuşlar, tosbağalar, domuzlar hepsinin karnı bu bahçede tok olsun.
Bahçemin gevşek olan çitlerinden içeri atlayıp beni uzaktan izliyor. Bir dolu köpek bahçeye giriyor, her akşam kara kazanda yaptığım yallarını yiyip gidiyorlar, hiç biri bunun gibi uzun uzun oturup bana bakmıyor.
Baktığımı hissettiğinde gözlerini benden kaçırırken
artık bakışlarını da kaçırmıyor.
Benden başkasını gördüğünde ok gibi fırlayıp bahçeden kaçıyor.
Benden de kaçsın istiyorum, kazmamın sapını göstersem, uzak dursun benden diye bağırsam.
Haftalardır toprak kazıyorum. Kazma ve toprak yeni iş arkadaşlarım. Toprak taş gibi. Kazma tutan ellerim yara oldu. İşe başladığım ilk günlerde kazma ve toprak, cahil tecrübesiz yeni iş arkadaşlarını pes ettirip gitmesini istiyorlar gibiydi, öyle hissediyordum.
Bu kazma, en yakın çalıştığım .
Kazma ,ellerimi yara yaptı, yaralar su topladı. Öğlen yemeğini, ikindi çayını iş yerime getirenler beni bir ağaç dibinde yığılmış halde bulduklarında; bu iş sana göre değil, bırak , diyorlar.
Kendini bilmeyen biri, hangi iş ona göre nasıl bilebilir ki?
Bu meyve bahçesine çalışan bulmak çok zor oluyordu, dağın başında, otobüs dolmuş işlemez iken özel aracın ile kasabaya gidip çalışanını alıp bahçene getirmelisin. Bu salgında bana iş doğdu. Ben kazarım tüm ağaçların dibini, gübresini de veririm dedim
. Kazmayı aldım, vurmaya başladım, vurduğum her kazma taşa, demire çarpar gibi sarsılıp tüm vücudumu elektrik çarpmış gibi titretiyordu.
İlk ağaç dibinde yığılıp kaldım.
Ellerim, boynum, belim diye sızlanırken, en yakın iş arkadaşıma daha yakından bakıyorum. Yarası benden derin, kalıcı, sessiz. Kazma ile konuşuyorum mola verdiğimde, bu işte çok eski olmalısın, kimlerin elinde nerelere vuruldun diye laf lafı açsın istiyorum.
Sabahtan akşama kazma ile çalışıyor, birlikte aynı ağaç altında dinlenirken ellerimin yarası acımaz oldu. Birlikte en çok konuştuğumuz konu toprağın bir damla su görmemiş katılığı iken arada ona İngiltere'yi anlatıyorum. Benimle birlikte Purcell dinliyor. Haftalar sonra, ellerimin yarası nasır tutmuş iken ,çok şanslıyım , diyorum kazmaya, senin gibi bir iş arkadaşına sahip olduğum için.