27 Şubat 2021 Cumartesi

dedemi yolcu ederken

19 Şubat 2021 Cuma günü dedem kalp krizi geçirmiş. Yoğun bakıma alınırken bilinci yerindeymiş, kızım gelmeden beni gömmeyin demiş.. 20 Şubat 2021 Cumartesi sabahı dedem ölmüş. Aynı gün içerisinde  dedemi defnetmek  istemişler.  Annem başka bir şehirde ben başka şehirde dedem başka bir şehirde ,  dışarı çıkmak için izin belgesi almalıyım. Oğlumun da  yardımı ile dört bi taraftan başvuru yapıyoruz ama geri dönüşü bekleyecek vaktimiz yok, telefondan daha hızlı olur zannediyoruz. . Dakikalarca müzik dinledikten sonra ilgili kişi cenazeye katılamayacağımı söylüyor, dedemin birinci derece akrabası değilmişim, birinci derece akrabası kızını yani annemi almak için izin istiyorum , izin vermiyorlar, dışarı çıkarsanız ceza yerseniz diye üst üste uyarılıyorum. İki saat uzaklıktaki annemi kuralına göre nasıl yanıma getirebilirim diye  araştırırken kapım çalıyor, babam annemi getirmiş. Annem  yanımda,  artık kolay izin alabileceğimi düşünerek, ölüm belgesini de ekleyerek , yola çıkma iznine başvuruyorum,  onaylanmadı diye  annemin telefonuna mesaj geliyor, ölüm belgesi okunaklı değilmiş.
Belgeyi yakından kocamanlaştırarak çekip yolluyorum, annem adına tekrar izin istiyorum, geri dönüş çabuk oluyor, onaylanmadı.
Vakit ikindiye yaklaşırken  annemi köyden arıyorlar, cenazeyi bir gün bekleteceklerini söylüyorlar.
Vaktin ikindiye nasıl geldiğini farkında değildik. Hepimiz izin almak için uğraşıyorduk. 
Ceza yememek için değildi uğraşımız, kuralına uymak içindi, başkasını  bilmediğimizdendi.
Oğlum, bizden habersiz babam için de  izin başvurusu yapmış, ( haberim olsa saçmalama oğlum derdim)  kızına torununa izin yok o zaman damadı için başvuru yapayım demiş. Babamın yanında refakatçi olarak annemi ve beni göstermiş. Babamın telefonuna mesaj geliyor, izin başvurunuz onaylanmıştır. 
Dedemi son yolculuğuna uğurlamak için annem ve babamla yola çıktık. Annem  arka koltukta sessiz ağlıyor, babam, her an durdurulup sorgulanmaya hazır halde telefonunun ekranında onay yazısını açık tutmaya çalışıyor. Bozkırın karanlık yollarında ilerliyoruz. 
Araba farının  gösterdiği kadar aydınlığımız. İlerideki koyu karanlıkta dedemi görüyorum.
Hayat bir  karanlıktan başka karanlığa doğru yolculuk derdi , yalnızlığı onun kadar arkadaş edinmiş  bir insan daha var mıydı?
 
Dedemin adı Dursun'du,  varlıklı bir ailenin tek çocuğuydu,  adını uzun ömürlü olsun diye koymuşlardı. Doksan beş yıl yaşadı. İstediği her şeye sahip olabilmiş bir çocukluk ve gençlik geçirdi. 
 Köyde yaşayan ailesi gibi köy işleri ile  uğraşmak istememiş. Kamyonu olsun istemiş, sıfır bir commer almışlar.  Yepyeni kamyonunu ilk bindiği gün   uçurum deresinde devirmiş, parçası bulunamamış kamyonun.  Adı Dursun'du,  sağ kurtulmuş dedem, derenin adı " commer deresi " olmuş.  Yeni bir kamyon daha almış, kırmızı bir fordmuş bu seferki. Dedem forduna biner başka coğrafyalara gidermiş. 
 Çocukluğumda , evin avlusunda kırmızı kamyonu gördüğümde herkes bir yana koşardı,  fırın yakılır , banyo kazanı yakılırdı, sofralar hazırlanırdı.  Dursun dedem ,dururdu,  çayına şekeri başkası atar, başkası  karıştırırdı.    Yeşil çerçeveli dev  ayna,   hayatın ortasına kurulur,   karşısında dedem dururdu, saçları bıyıkları boyanırdı. Çocukluğunda annesi her gün yağ ve  bal  yedirdiğinden  sofrada yağ ile bal görmeye tahammül edemezdi, tiksinmişti. Zayıftı, çok üşürdü, nazlıydı, alıngandı, kızardı, küserdi, alıp başını giderdi,
 ananem öldükten sonra değişti.  Artık hiç kimsenin kalmadığı kocaman evde bir başına yaşamaya başladı. Babası , ermeni ustalara yaptırmıştı , her odasında ahşap kapılı gömme banyosu ile  ocağı(şömine) olan bu evde tek başınalık ürkütücüydü. 
.Köylü ağzını açıp niye evlenmez, neden bir yardımcı tutmaz  diye soramadı.  Köylü  her cuma  kırmızı kamyonu köy mezarlığında görmeye alıştı.   Karısının yanında mezarını yaptırdı mezar tahtalarını boyuna göre biçtirdi. 
Tabakların kaşıkların yerini öğrendi, tuzluk ile şekerliği öğrendi, ocağı  yakmayı, temiz çarşafların konsolun hangi gözünde olduğunu  öğrendi. Kuzineyi, kileri, yüklüğü, ambarı bildi,  tavuklarının köpeğin, ineğin ne yediğini bildi. Küçük  çıkınlarda saklanmış çiçek tohumlarını bildi,  top  kadifeleri , pembe sümbülleri, nergisleri, menekşeleri öğrendi. çayına şekerini  kendi katıp  karıştırmayı bildi. 
21 yıl boyunca tek başına  yaşadı.  

 Geçen ay onu son gördüğüm günde , annem ve ben  köydeydik, tedirgin tedirgin saate bakıyordum, hafta içiydi,  65 yaş için sokağa çıkma yasağı saat birde başlıyor diye annem ziyaretini uzatmasın istiyordum. 

Dedem,  ananemin şalına sarınmış  Zeki Müren dinliyordu,  anneme dün  gördüğü rüyasını anlatıyordu;   Emire yanımda yatıyordu gerçek mi rüya mı diye ikircikli oldum, dışarıda yağmur yağıyordu,  koşarak bahçeye çıktı, ben de peşinden koştum,  yağmur durdu ebem kuşağı çıktı,  el çırpmaya başladım, Emire oynamaya başladı. 

Rüyaya kulak misafiri olmuş  gülüvermiştim, gök kuşağı altında dedemin el çırpması , ananemin oynaması komik gelmişti.  Ha bire anneme saati gösteriyordum, bire yanaşıyordu, kalkmalıydık.

O sırada zeki müren,  "koklasam saçlarını fecre kadar"'ı söylüyordu. Dedem sustu, şarkıyı içine çekti,  başını pencereye  çevirdi, uzaklara doğru bakmaya başladı. 





..

13 Şubat 2021 Cumartesi

Kiraz yaprağı sarması

 Kiraz mevsimini bekliyorum. Çırılçıplak ağaçlarımın baloya gider gibi kostüm   giyinmesine çok az kaldı. Buraya koyabileceğim bir fotoğrafları  bile yok, ağaçların  çiçekli haline dair,  daha önce hiç şahit olamadığım bu anı, heyecan ile bekliyorum.

Kiraz denilince ilk aklınıza gelen şey nedir?

Kiraz denilince ilk aklıma gelen şey, "kiraz yaprağı sarması" dır. 

Hayatımda bir kez yediğim ve tadını kutsal bir hazine gibi belleğimde sakladığım kiraz yaprağı sarması...

Çocukluğumun bir bölümü Malatya'da geçti.  Şehir merkezinde, kayısı ağaçları ile dolu bahçeli evlerin olduğu bir mahallede yaşadım.  Yaz gelince sofralar kurulurdu bahçelerde, sokaklarda oynayan biz  çocuklar  her sofraya davet edilirdik. Malatya'nın bahçelerinde yediğim yemeklerin hepsinin ana malzemesi bulgurdu; gırık, sıkma köfte, pirpirim çorbası ve kiraz yaprağı sarması. 

Kayısı çekirdekleri ile dolu bir bahçede her gün çekirdek kıran bir teyze,  pembe beyaz sarmaşık güller ile çevrili bir köşesine  sofra kurmuş, bizi de çağırmış. Kocaman bir  tepside koyu bir ayranın üzerinde kavrulmuş soğanlar,  içinde ise küçücük sarmalar.  Bu hiç bilmediğim yemeğe kaşık çaldığımda, sıcacık ayranın  , ekşimsi yaprağın,  yarma bulguru ile birleşmesinden gelen tat( yutkunmaktan yazamıyorum:)  hayatım boyunca böyle güzel yemek yiyemeyeceğimi bilemiyordum. 

 Malatya hala otuz yıl öncesi gibi aynı mı, şehir merkezinde  hala  bahçeler kaldı mı,  sofralar kurulup  sokakta oynayan çocuklar davet ediliyor mu, sarmaşık gülleri  aynı mı kokuyor,  bilemiyorum.  Bir daha hiç Malatya'ya gidemedim ama  yıllarca hep bu güzel bahçeleri  ve ev sahiplerini hatırlayıp mutlu oldum. Kayısı çekirdekleri kırarak geçimini sağlayan Malatyalı teyze , yıllar önce tüm çocuklar ile beraber yedirdiğin yemek bana umut oldu. 

Kirazlar ilk yapraklarını verdiğinde kiraz yaprağında sarma yapacağım, Malatyalıların yaptığı gibi bu körpe yaprakları ipe dizip kurutacağım. (Pirpirimi de ( semizotu) kuruturlardı ve bu kurumuş yaprakların tadı tazesinden daha aromalı olurdu). 

Sevgili kiraz ağaçlarım, artık üzülmüyorum neden bunca çok kiraz ağacım var diye. Verdiğin tüm nimetleri değerlendirmek için bekliyorum, yaprağını, meyveni, çekirdeğini, sapını... 




6 Şubat 2021 Cumartesi

Aile albümü


75 yaşa aşılama yapılacağını duyunca köyü kapatıp  annem ile babamı Ankara'ya götürdük. Aşı günü gelinceye kadar anne evinde hep yapageldiğimiz şeyi,  albümleri karıştırmaya giriştik.
En eski albümümüzü yıllardır elime almaya korkarım, küçükken bu albüme çok zarar vermişliğim varmış, parçalamış buruşturmuş karalamışım. 
Annem  çocukluğundan beri akrabalarına , tanışlarına ait , eline geçen her fotoğrafı muhafaza etmek için büyük bir çaba vermiş. 
Albümün fotoğrafları 19. yüzyıldan başlıyor.  Annemin nineleri, ninelerinin  kardeş çocukları, büyük büyük dedelerin askerlikleri , annemin teyzelerinin düğün fotoğrafları...
Bu kim diye parmağımı koyduğum siyah beyaz bir silüte aldığım cevaplara, eskisi gibi  kayıtsız değilim, şaşırıyorum. 
Aile albümümüzde yıllardır baktığım insanların çoğu aileden değil.


 Köyümüzdeki evlere benzemeyen bir ev,  beyaz güller ile dolu bir vazo ardında birbirine sarılmış gülen bir çift . Çocukluğumda bu iki mutlu insana baktıkça beyaz güllerin kokusunu duyardım.  Dün akşam bu fotoğrafın  dedemizin ilkokul öğretmeninin kız kardeşi ile kocasına ait olduğunu  öğreniyorum. Annem albümü açtıkça hepsine rahmet diliyor arkalarından dualar ediyordu.  1930'lu yıllarda bir  köy öğretmeninin  kız kardeşi ile kız kardeşinin kocasının fotoğrafı  dedemin eline nasıl geçti?  95 yaşındaki dedemi ziyarete gittiğimde sormalıyım. 
 Sıra sıra yapıştırılmış vesikalık fotoğraflar, omuzlarından yukarısı ile kimisi utangaç kimisi tedirgin kimi de ciddi ciddi albümü açan kişilere bakıyorlar. 
Kulağında kocaman halka küpeleri ile Afrikalı  bir kadın vesikasının babamın üniversiteden arkadaşının annesine ait olduğunu öğreniyorum. Fotoğrafı babama götürüyorum, neden arkadaşının annesinin vesikalığını almış ve saklamış diye. Eline aldığı fotoğraf ile babamın  gözleri doluyor, ailesinden çok uzaklarda okurken sınıf arkadaşının annesi tüm öğrencileri evine davet edermiş, ne güzel yemekler yaparmış, onun yemekleri gibi yemek hayatında hiç yememiş. Babam da fotoğrafa bakarak rahmet diliyor dualar ediyor. 


Bin sekiz yüzlerin sonunda Ruslarla savaşa giden büyük dedemi yedi yıl beklemiş büyük ninem.   Dönüşünden umut kesilince büyük ninemi küçük kaynı ile evermişler. Kendisinden on yaş küçük eşi de askere çağrılmıştır ve ondan da yedi sene haber alınamamış. On dört yıl asker yolu gözleyen büyük ninem için köylüsü türlü türlü rivayetler söyler. İlk kocasının köyün girişinde görenler olmuşmuş, karısını, kardeşi ile evlendiğini duyunca gerisin geri dönmüşmüş.
Büyük ninemin ikinci eşinden de umut kesilmiş ,  çocuğu da yokmuş, kendini okuma yazmaya vermiş, okuduğu kitaplardan konuşurmuş, her akşam onu dinlemeye gelenler olurmuş. Bir sandık dolusu kitabı varmış.  Kırklı yaşlarında  köyde bir bağırtı kopmuş, bir asker köyün başındaki çeşmede yığılmış kalmışmış. Büyük ninem ile beraber tüm köy çeşmeye doğru koşmuşlar, paramparça üniforması ile bir asker yüz üstü yatıyormuş. Askeri kaldırmışlar, bir gözü kör, bir bacağı sakat, zayıf, zap zayıf, kup kuru bir yüzün kim olduğunu anlamak için çeşmeden su dökerek ayıltmaya çalışmışlar,  büyük  dedemi  ilk annesi  tanımış. 
 Bu fotoğrafta büyük ninemin tek çocuğu askere gitmişmiş ona fotoğraf yollamak için kasabaya inmişler. Nineler, dedeler, emmiler, dayılar, yeğenler hatta fotoğrafçı bile var (ama  askerin eşi yok fotoğrafta:) 
 Kasabaya gidildiğini duyunca köyün çocuklarından Mevlüt'de   at arabasının  arkasına atlamış.
Kasabaya inildiğinde davetsiz misafir Mevlüt'ün eli yüzü yıkanır, üstü başı düzeltilir o da askere gönderilecek fotoğrafa girer. İşleri bitip dükkandan çıkarken fotoğrafçı, çocukları  masasındaki bir kavanoz dolusu şekere  davet etmiş. 
Tüm çocuklar ellerini kavanoza sokup bir şeker alıp dışarı çıkarken Mevlüt bir türlü fotoğrafçıdan dışarı çıkmıyormuş. Neden çıkamadı diye içeri baktıklarında Mevlüt'ün eli  kavanozda sıkışmış  çıkartamıyor. Herkes gibi bir şeker değil bir avuç şeker almak istediğinden  şeker dolu yumruğu kavanozdan çıkmıyormuş  Fotoğrafçının " oğlum yumruğunu aç", yakarışına  aldırış etmiyor, şeker dolu sımsıkı yumruğunu kavanozdan çıkarmaya uğraşıyormuş.  Dün akşam Mevlüt'ün şeker hikayesine güldük ama Mevlüt'ün hayatı dizi olsa bu kadar da fazla dedirtecek kadar dram ile doluydu.