17 Aralık 2015 Perşembe

Alev ( Hüsniye)


Çorum’da sis var. Bir adım ötesini göstermeyen bu siste, penceremin önünde oturuyorum.  Elimde fotoğraf albümüm var.

Üniversite sınavlarına hazırlandığım senenin kışında evlendirilmişti Alev. Kuzenimin eşi olarak Almanya’ya götürülmek üzere ananeme emanet edilmişti. O zamanlarda ananem yaşıyordu, vize işleri tamamlana dek birkaç ay köyde kalacaktı Alev. Zaten köyün kızıydı Alev ama tarlada, tabakta o kadar çok çalıştırılırdı ki yüzünü göremezdik. Annesinin en küçüğüymüş, ele avuca sığmaz enerjisini,  köy halkı  ” Laz” lığına bağlasa da , annesi onu “ateş parçam, alevim” diye severmiş. Nüfusta adı Hüsniye’ymiş ama herkes onu annesinin koyduğu isim ile bilirdi. Yaşmağını kulak ardından tepesine bağlar, saçlarının kumrallığını, boyunu postunu, gözlerinin durgun su yeşilliğini, kocaman gamzesi ile gülüşünü görenlerin “ çok güzel” diyesi gelirdi. Almanya’da ev bark sahibi olmuş hali vakti pek yerinde yengem oğluna kız arıyordu, oğlu henüz yirmisine gelmemişken bir an önce başını bağlamak istiyordu. Aradığı  gelin adayına söz geçirtmek istiyordu,  evlenme çağında ki köydeki  tüm kızları önce kafasında tarttı , eledi, evlerine gidip sınadı. Köydeki kızlar tarlada tabakta çalışmaktan, köyden bıkmışlardı, tek hayalleri Almanya’ydı. Yengem gözüne, annesi yeni ölmüş Alev’i kestirdi,  tek çekincesi “ Laz” lığıydı, ya bildiğini okursa ya söze gelmezse… Kimi kimsesi olmayışı ağır bastı, yengem, Alev’i kendine gelin aldı, oğlu hiç ses çıkarmadı. 

Üniversite de hangi bölümü okuyayım diye bunalımlardayım, babam gibi iktisatçı mı olsam, avukat mı olsam,  şu mu, bu mu…çok bunalmışım, ilk kez kışın köye gönderiliyorum, biraz kafamı dinleyeyim, belki aklım başıma gelir…  Yarıyıl tatilini ananem dedem ve Alev ile geçirecektim.  Köyde dizlere kadar kar var, evden dışarı adım atılmıyor, hayattaki ocak başında kara kara düşünüyorum neyi seçmeliyim, bütün hayatım değişecek Allah’ım ne büyük karar arifesindeyim!  Aynı yaşta olduğumuz Alev yerinde hiç durmuyor,yer sofrası kuruyor, sofra kaldırıyor, süpürüyor, siliyor, odun kırıyor, ekmek yoğuruyor, süt sağıyor, yoğurt mayalıyor, hep gülüyor, kocaman gamzesi hiç kaybolmuyor.  Boş kaldığında kayınvalidesinin hediyesi bavulu açıp içindekilere bakıyor sık sık;  ipek başörtüler,başörtünün içine takacağı boneler, pardösüler, uzun etekli takımlar, çizme, ayakkabı, çanta…En çok gelinliğine bakıyor, her gün hiç yorulmamış gibi gizli gizli gelinliğini giyiyor. Her boş kaldığında karne hediyesi fotoğraf makinem ile gelinlikli fotoğrafını çekmemi istiyor. Bir koşu gelinliği kafasından geçirip, saçlarını dağıtıp gülümsüyor. Filmlerimi bitirecek, poz üstüne poz  hiç usanmıyor. Dayanamıyorum.” Hiç sıkıntın yok mu kızım senin” diyorum. Gelinlikler içinde iken gamzesi  kayboluyor, “  seni seviyorum demedi” diyor. Kahkahayı basıyorum, annesinin yanında utanmıştır, söyleyememiştir  diyorum.  Akşamları Almanya’dan telefon geliyor, soluk soluğa telefona koşuyor; telefonda hep kayınvalidesi ile konuşuyor, konuşurken başı önünde, emirler alıyor. Ananem, torununun karısını emanet gözü ile koruyor, eksik çeyizlerini tamamlıyor,  hayattaki  ocak başında Alev’e çorap örüyor, Alev  bu yaşlı kadını  annesi yerine koyuyor, annesi gibi seviyor...

Yarıyıl tatili bitip evime dönerken, Alev, benden söz alıyor,  hiç kimseye göstermeyecektim gelinlikli fotoğraflarını. Alev Almanyasına kavuştu, kayınvalidesinin sözünden hiç çıkmadığını, elli ayaklı dört dörtlük gelin olduğunu uzaktan beri duymaya başladık. Yıllar geçtikçe  yengemin ailesinin çok zenginleştiğini  parayı nereye koyacaklarını bilemediklerini,   yimpaşa milyon eurolar kaptırdıklarını parayı geri alamadıkları halde halleri vakitlerinin yerinde olduğunu duyduk. Geçen yaz yıllar sonra Alev’i yine gördüm.  Köye gelmiş, evin avlusuna en son modelinden  bemevisini  sokmaya çalışıyor, dokuz yaşında ki oğlunu ön koltuğa yanına  oturtmuş.   İki yakın akraba karşılaşması,  yirmi yıldır hiç görüşülmemiş, konuşulmamış …Sanki hiç ayrılmamış sahteliğinde, sıcacık bir sarılma ile hoşlaştık, aynı yaştaki çocuklarımızı tanıştırdık.  Köye on iki kişilik yemek masası  sipariş etmişti, birlikte masanın koyulacağı yeri ayarladık, hayatta ocağın önünde hep yer sofrasının kurduğu yere konulacaktı.  Birlikte hayatı süpürdük, sildik. “ Yer sofrası kurup kaldırma zahmetli iş” dedi, yüzüm kızardı, hiç ses çıkarmadan temizliğe devam ettim. Ertesi gün on iki kişilik masa geldi, bütün hayatı kaplayan masa herkesin dilindeydi" sonradan görme, parayı nereye harcayacağını şaşırmış..."  Çocuklarımız  birbirlerine alıştı, arkadaş oldu. Alev oğlunu öyle çok seviyor ki, bir tek oğluna baktığında kocaman gamzesi belli oluyordu. Masada oturmuş Alman kurabiyeleri yerken Alev’i n gönlünü almak istiyorum, “ oğlun öyle güzel ki senin kopyan gibi, eşine hiç benzemiyor.”  Alev’in yüzü soluyor, yıllar öncesinde genç kızlığında ki o an daki  gibi  “ bir kere bile “ seni seviyorum” dediğini duyamadım” diyor. Yıllar öncesinde yaptığım gibi kahkahayı patlatamadım. Karşımda artık saf küçük köylü kızı durmuyordu, her şeyi görmüş geçirmiş, zenginlik içinde yüzen bir kadının kimsenin umursamadığı yüreğinin derinliklerinde sakladığı fakirliğini görmüştüm. Çocuklarımıza baktık, top oynuyorlardı, Alev  masadan kalktı oğluna sarıldı.

Geçen hafta  Almanya’da bir kaza olmuş,  arabası ile yanlışlıkla  ters yöne giren bir Türk kadın hem kendini hem karşı taraftan gelen Alman bir kadını oracıkta öldürüvermiş. Alev’miş. Cenazesi  Perşembe gecesi  köye geldi. Sisden dolayı gidemediğim  için köye  telefon açtım, telefondaki akrabalar konuşuyorlardı,   cenaze gelince nereye koyacağımızı bilemedik, hayattaki yemek masasının üzerine koyduk rahmetlinin ne boyu ne postu varmış  on iki kişilik masadan taştı, yüzü ne güzeldi, hiç böylesi güzel ölü yüzü görülmemiştir, kayınvalide kesenin ağzını öyle açtı ki pideler, kavurmalar, dolmalar, hiç böylesi bol yiyecekli cenaze evi görülmemiştir, her gelenin karnı doydu, mevtayı gömmeye götürmeden oğluna  gösterelim dedik  ama çocuk sanki tatile gelmiş gibi , annesinden umudu kesilmesi lazım dedik annesinin yüzünü göstermek için zorladık, çocuk kaçtı, yatağa girdi yattı, rahmetlinin gövdesi  üç gündür yollarda kaldı, bekletmek olmazdı, ananenin yanına gömdük…..”

Elimde ki fotoğraf albümünü açıyorum, yaprakların arasına sakladığım fotoğrafları çıkarıyorum, gelinlikli Alev’ler, kiminde saçlarını arkaya atmış kiminde iki yanına salmış , hayattaki ocağın başında poz verirken gelinliğinin altından, ananemin  ördüğü  çorabı, kocaman gamzeleri  görünmüş…