28 Şubat 2019 Perşembe

Açık gri çamaşır ipi


Cemreler teker teker düşerken köyümü düşünüyorum. Şehrin neresine düşecekti cemre, su nerede toprak nerede hava nerede? Şubat ayı ağaçları budama ayı. Mart gelmeden dallara su yürümeden  budama yapılmalıydı, toprak sürülmeli, soğan patates ekilmeliydi. Uzaklığından dolayı gözü kesmediği yerlere," ha denilince gidilmiyor" derdi ananem. Ha denilince gidilmeyen   köyüm, çok uzaklarda.   Penceremden koyun koyuna uzanan çatılara bakıyorum. İp atlamak istiyorum. Zıplamak, zıplamak istiyorum. Otuz sene önce , kayısı bahçelerinden ayrıldıktan sonra hiç ip atlamamışken, nerden çıktı bu heves? Dolapları  çekmeceleri karıştırıp , açık gri bir  çamaşır ipi buluyorum. Alt komşumuz,tek başına yaşayan yaşlı amcanın öğle namazı için camiye gitmesini gözetliyorum. Önce prova yapıyorum, ip lambalara, duvarlara çarpıyor,  gözlerden uzak bir yerde özgürce zıplamak üzere  çamaşır ipini cebime atıp dışarı çıkıyorum.

 Sokakta beslediğim kedilerden biri yine  peşime takıldı .  Annelerinin bıraktığı üç kardeşin kız olanıydı , abileri ondan önce irileşmiş buna mama yedirmiyorlar diye gizli köşelerde Pıtpıt'ın pahalı mamasından bir avuç önüne koyuyordum. İp atlama heyecanı  ile  mama almadan dışarı çıktığımın farkına vardığımda üzüm tanesi gözlerini kocaman açmış cebime heyecanla bakıyordu. Cebimdeki çamaşır ipine benzer kül rengi tüylerini hiç okşatmaz, yanına yaklaşınca sokağımdaki diğer kediler gibi kaçardı. Sokağın sonuna kadar heyecanı azalarak  peşimden geldi. İp atlanılması uygun yer arıyordum.  Uzun kaldırımın sırt sırta vermiş apartman önlerinden  yürüyerek bir küçük  çocuk bahçesi , daracık bir  yürüyüş parkurunda durup etrafı kolaçan ettim, atlamayı uygun bulamadım, geri döndüm.
Dün sabah yine  çamaşır ipi cebimde dışarı çıktım ama bu sefer öbür  cebime mama koymayı unutmadım. Beni görünce saklandıkları yerden   koşarak gelenlerin içinde o yoktu. Boşalmış mama kabını doldururken çağırdım gelmedi. Sokakta yürümeye başladım,  diğer kedilerden uzaklaşmamı bekliyor oluyordu çoğu zaman , uzak bir köşede onu bekledim cebimdeki maması ile. Bir araba park ettiği yerden çıktı, altında o göründü, upuzun yatıyordu. Yanına yaklaştırmadığı , okşatmadığı kül rengi tüyleri demir gibi kaskatı ve soğuktu. Kucağıma aldım. Bir demiri bir tahtayı taşıyormuş gibi sokağımızdan  uzaklaşırken henüz bir  yaşına basmamış  kedi ölüsünü gömecek küçük bir toprak parçası arıyorum. Yürüdüm yürüdüm gömülecek yer bulamadım. Her sokakta çalışan kepçe delici mikser ile dolu inşaat alanlarının yığdığı toprağa  gözüm takıldı. Geri döndüm. Kendi sokağımızdaki inşaat çalışmalarından birinin önünde durdum.  Öğle molası verilmiş, kimse görünmez iken kepçenin önündeki taze toprağı eşeledim, cebimdeki mama ile birlikte  onu koydum. Kapattım.  Öbür cebimdeki  çamaşır ipini çıkardım. Tırnaklarımın içine kadar geçmiş topraklı ellerimde çamaşır ipinin rengini görünce ağlamaya başladım. Yanı başında, kaldırıma taşmış  yığıntı önünde atlamaya başladım. Şehirde toprağa cemre böyle mi düşüyordu,
nasıl bir apartmanın temeline harç olacaksın bilmiyorum  ama şanslısın diyerek  atladım ipimi. Şehir canlı canlı gömüyor, canlı kanlı temeline harç yapıyordu geri kalan bizleri.



21 Şubat 2019 Perşembe

Yalnız Ağaçlar'ın sesi



Mutfakta akşam yemeği için pırasa doğrarken, "Yalnız Ağaçlar"  adlı bir sergiden haberim oldu. (Açık Radyo)
Çevresinde başka ağaçların olmadığı altı şehirdeki tek başına ağaçların sesini dinlerken pırasa doğramayı bıraktım. Yalnız ağaçlar nasıl ses çıkarır? Yalnız ağaçların sesi , akşam yemeğine pırasa çıkarmaktan daha değerli oldu, ses kaydını defalarca dinleyerek akşamı ettim.

 Geçen yaz, akasya ağaçları altındaki çay bahçesinde bir kitap vermişti Nükhet. Masamıza, çay bardaklarımızın içine kadar  akasyanın beyaz çiçekleri dökülüyorken , nasıl güzel bir kitap hediye aldığımı bilmiyordum.




Ağaçlar, her mevsim ayrı  konuşan, hastalanan, yaşlanan, yalnız yaşamaktan hoşlanmayan canlılarmış.   Kökleri ile birbirlerinin dostu olurlarmış, köklerini yakınlaştırarak arkadaşının  ihtiyacını verenmiş, susuz kalana sularından verirlermiş. Yardımlaşarak birlikte büyüyen ormana ait canlılarmış.




  "İstanbul, New York, Tokyo, Madrid, Cenova ve Atina’dan birer ağaç ve çevresinden alınan ses kayıtlarından oluşan eser, bu "yalnız ağaçların" birbiri ile iletişim olasılığı hakkında. Bununla beraber, insanın çoktan kaybettiği doğayla ilişkisinin geleceğine dair; kompozisyonla raslantısallığın, tekille bütünün gelecek yapısı hakkında da öngörüler içeriyor. Ses enstalasyonundan bölümler eşliğinde, Sergi Karaköy - SANATORIUM'da 24 Şubat 2019’a kadar deneyimlenebilir." (*)
(*)  ( http://acikradyo.com.tr/acik-dergi/sinan-bokesoyla-agaclarin-duyduklari-ve-vicdanin-gelecegi)


20 Şubat 2019 Çarşamba

Baran




En güzel aşk filmlerinin birincisidir Baran. Bir bardak çayda, bir tokada, bir saksı çiçek ve çamurun içinde bir ayak izinde aşkı  gösteren   Majid Majidi 'nin filmi





Kamelya altında

Okulda teneffüs arasında  konuşuyorlarmış, sınıfın  en çalışkanı her sınavın birincisi olan kız arkadaşı M. " biliyor musun sizin apartman da benim babaannem oturuyor" demiş. Çok şaşırmış oğlum, neden hiç seni görmedim bizim apartmanda diye sorduğunda "babaannemin sokağından bile geçmek istemiyorum anneme yaptıklarından sonra demiş M.
Akşam okuldan  eve geldiğinde , üç senedir oturduğumuz bu apartmanda üst katımızda tek başına yaşayan teyzenin torunu ile aynı sınıfta olduğunun yeni farkına varmış olmanın şaşkınlığındaydı.
- M. sınavlarda birinci olduğunun haberini  babaannesine vermek istemiyor muydu ?
- Birinci olsaydım  hemen babaannemi aramak isterdim.
- Torunu  ile aynı  mahallede oturan üst komşumuz,  hiç mi birbirlerini özlemiyorlardı?
--Hangisi daha çok özlemiyordu? diye sorgulamaya başladığında artık pek uğrayamadığım kamelya aklıma geldi.
Sokağımızda bir kamelya var, sabahları daha çok yaşlıların oturduğu, ev işlerini bitiren ev hanımlarının öğleden sonra, akşam üstü ise çalışan hanımların da katıldığı kamelyada en çok konuşulan konunun kahramanları hep kayınvalidelerdir. Siyaset, ekonomi, din, beyazlatmayan deterjanlar, geçim derdi de konuşulur ,bu tür dertlere dair bir umut vardır ama kayınvalidenin düzeleceğine dair hiç kimsenin en küçük umudu yoktur. Bitmesi öngörülmeyen bu dert ile baş edebilmek için kamelya altı terapi gibidir. Eriyen yaşlı kemikleri güneş görsün diye banklardan hiç kalkmayan yaşlı teyzelerin de konusuydu rahmetli kayınvalideleri.  Yaşları yüzyıla yaklaşan bu teyzeler kayınvalidelerinin öldüğünü kabul edememişler, her doğan güneşte  yanı başlarına  kayınvalidelerini de oturtuyorlardı. Evlerini temizlemiş, yemeklerini hazır etmiş ev hanımları kamelyaya  gelince kayınvalide konusu daha bir canlanır çünkü  hepsinin kayınvalidesi hayattadır, gelinlerine çektirecek daha zamanları vardır. Akşam üstü eve girmeden bir soluk almak için kamelyaya uğrayan  çalışan hanımların da derdi vardır kayınvalidelerinden  ama kendilerine yakıştıramazlar ulu orta konuşmayı, önce sessiz kalırlar  sonra  konuşulanlara hak verirler, tecrübe etmişliğin olgunluğu ile baş sallarlar, çalışan  aydın bir kadın olaraktan  kayınvalide konusunda aydınlık bir laf etmek içlerinden gelmez.
Üst katta tek başına yaşayan komşumuzun   kayınvalidesi ise tüm korkunç kayınvalideleri sollamış, kamelyanın birincisi olduğunu  biliyordum ama oğlum ile aynı sınıfta torunu olduğunu bilmiyordum.

Kamelyada sokağım kadınları ile oturup , herkesi  dinlerken,  benim de kamelyam benim de sokağım , buraya aitim diyordum  …. Kayınvalide konusunda hep sessiz kalanlardandım, sessizliğimi derdimin büyüklüğüne verip  gurbet ellerdeki bu komşularını bağırlarına basmışlardı.  Bir gün gafil bir anımda kayınvalidemin beni ne çok sevdiğini söyleyivermişim. Kamelyanın tüm kadınları onlara ihanet etmişim gibi bana baktılar, o an  yabancılaşıverdiğimin farkına vardım.  Kayınvalide sevgisi beni kamelyanın  derdi ile dertlenemeyen  başka memleketin havasından suyundan yapmıştı.

                                                   (66. yaşını kutlayan öğrencileri ile)
 Ev hanımı iken çocuklarını evlendirdikten ( ellisinden) sonra yapmak istediği şeyi yapmaya başlamış, dans öğrenmiş, sertifikalar almış,  gönüllü olarak  dans öğretmeye başlamış, spor salonu olmayan okulların öğrencilerine, huzur evlerine, Alzheimer  hastalarına, zihin engellilere, işitme engellilere, ev hanımlarına, ulaşabildiği her yere her gününü doldurarak hiç durmadan dans ediyor, dans öğretiyor.

 Dün, Dünya Kadınlar günü için  hazırlıklarını bana da atmış, videoyu açtığımda, işini yaparken insanı nasıl bu kadar çok sevebildiğine her defasında şaşıyorum. İnsanları mutlu etme  azmine şaşırıyorum. Yıllardır insanları mutlu etmek için hiç solmayan enerjisine şaşıyorum.



Babaannesinin uzak şehirde olup  her istediğinde görememesini bir eksiklik olarak algılayıp üzülen oğluma
babaanne denildi mi aklına ne  geliyor diye soruyorum ; " gülme ve enerji" geliyor diyerek gülmeye başlıyor.
Ben onun gibi olamam, her gün yaptıklarını aklıma getirdiğimde bile yoruluyorum ama taktir ediyorum,

 Her anıldığında hep gülümseten bir babaanne olmak, değerli bir şey olmalı.




19 Şubat 2019 Salı

Yakın Plan






Bu şehirde çöp arabaları sabahın erken saatlerinde geliyor. Çöp arabasının sesini duyunca hemen mutfak penceresine koşarım, dolu çöp tenekelerinin havaya yükselmesini , havada asılı kalıp  içinin boşalmasını izlerim. Dün  havada asılı çöp tenekelerinden birinden sinek ilacı ya da  saç spreyine benzer silindir bir teneke dışarı  fırladı  yokuş   sokağımızda tangur tungur aşağılara doğru gitti. Yokuşun dik yerlerinde sesini yükselterek hızla ilerlerken,  yokuşun sonunda  başka bir çöp tenekesinin yanında yavaşlayarak   durdu. Çöp tenekesine atılmış iken ait olduğu yerden fırlamış, bir anda  tüm sokağın  duyduğu gördüğü oluvermişti içi boş sprey kutusu. 
Aklıma Yakın plan filminin kahramanı ,Sabzian geldi. 



Yorgun başını dolmuş  penceresine dayamış,  son çalıştığı matbaa atölyesinden   bir kitap elinde,   dalgın dalgın ineceği durağın gelmesini bekleyen Sabzian'a yanında oturan yaşlı bir kadın ; "  elinizdeki kitaba bakabilir miyim? der. Sabzian elindeki kitabı kadına uzatırken, bu kitabın yazarı benim der, kitap size hediyem olsun.   Kitabın yazarı aynı zamanda ülkenin en önemli yönetmenlerinden de biridir. 
 Abbas Kiyarüstemi'nin  " gözbebeğim " dediği Yakın Plan filmi,  gerçek sahnelerin bol olduğu yarı belgesel tarzında çekilmiş. İran' da geçen bu gerçek olayda tüm oyuncular kendi rollerindedir.   İran'ın fakir bir semtinde tek odalı evinde annesi çocukları ve eşi ile oturan Sabzian uzun süredir işsizdir, yoksulluğa  daha fazla dayanamayan karısı evi terk etmiştir. 
Sabzian'ın kendini ünlü bir yönetmen olarak tanıtması onu hapishaneye düşürmüştür. Hapishane ve mahkeme sahneleri gerçektir, geniş açılı bir mercek  ile Sabzian ın sorgu sahneleri çekilmiş, 
  canlı canlı ,kurgusuz olarak izleriz. 
Neden kendini başka biri gibi  tanıttın diye soran hakime bir dolu cevabı vardır Sabzianın ;
başkası gibi davranmak zordu ama hoşuma gitti çünkü bana saygı duydular , beni dinlediler oysa daha önce herkes  beni dinlemekte isteksizdi...
Bana dışarıdan baktığınızda sahtekar, dolandırıcı diyebilirsiniz ama aslında böyle biri değilim, sadece kendim olmaktan yorulmuştum...diye  konuşan Sabzian'ı   utanmış mahcup başı önde yakın çekim kamerasından izleriz.

Her sabah çöp arabalarını izlerken zevk aldığım gibi,   en sevdiğim filmlerden biridir, Yakın Plan filmi .






18 Şubat 2019 Pazartesi

Düttürü Dünya




Sabah kedilerin mamaları için bahçeye indiğimde soğuk ve kömür kokusu  selamlaşıyorum, aç kedileri  sığındıkları yerden çıkartmayan bu soğuk hava ile hiç anlaşamıyorum, sevmiyorum. 


Akşamları dışarı çıkılmıyor bu şehirde, genizleri yakan kömür dumanı  kış boyunca asılı kalıyor havada.
Soğuklar kadar kızmıyorum kömür kokusuna , Gülsüm (Jale Aylanç) kömür bulmuş diye seviniyorum. 

 Dütdüt Memed'in  klarnetinden çıkan    gibi acı bir soğuk var bu şehirde. 






3 Şubat 2019 Pazar

Söğüt Ağacı


Birdenbire bastıran dolu yüzünden  bir giysi mağazasına sığındım, deneme kabinleri önünde bir koltukta beklemeye başladım. Müşterisini sorgulamayan, peşi sıra dolaşmayan  kendi haline bırakan bu geniş mağazada  hiç bir şey almaya niyet etmeden oturduğum yerden dolunun dinmesini bekliyorum.
 "Büyüğünü getir, beli kavuşmadı" diye bağıran bir erkek sesi ile bay deneme kabinlerinin önünde oturduğumun farkına vardım. Bir kadın, erkek pantolonlarına doğru koştu, kucağına bir kaç pantolon alıp kabine yetiştirdi. Kabindeki ses hiç durmadan homurdanıyordu, bu getirdiğin aynısı değil, bunun paçası dar,   diğerinin aynısını bul, getir...Her defasında hiç şevkini bozmadan heyecanla   pantolonlara koşan kadını izlemeye başladım. Gençti, koşturmasına rağmen soluksuz kalmıyor, yüzündeki gülüş kaybolmuyordu. Yüzünde , mutlu insanların rengi vardı.   Karların buzların erimediği bu mevsimde ayağındaki ince yazlık ayakkabı , içine giyilen iki üç kat havlu çorap ile genişlemiş, pardösüsü rengini yok edecek kadar solmuştu. Kabindeki homurtunun beline uygun pantolonu ararken neden bu kadar mutlu, sevinçliydi diye düşünmeye başladım. Belki kocası iş bulmuştu, onun içindi bu pantolon, işsiz kocanın ağırlığı son bulacaktı. Belki ,...
Kadın kucağındaki pantolonları içeri verdi, kabin önünde beklemeye başladı. İçerinin sesi kesilmiş iken etrafına bakındı, yanındaki kocaman boy aynasında kendini görüverdi. Kendini görünce yüzündeki gülüş kayboldu, yüzünün rengi, pardösünün rengine dönüverdi.
Aklıma "Roya " geldi. Mecid Mecidi'nin Söğüt Ağacı filmindeki Yusuf'un eşi , Roya… İlk kez aynada kendini görüyormuş gibi baktığı o sahne.
Roya , görme engelli akademisyen eşi ve küçük kızı ile İran da yaşayan çok mutlu bir kadındır.  Yusuf karısına " melek" diye hitap ediyordu , görmeyen bir kocanın tüm sorumluluğunu üzerine almış, hep gülen  bir kadın melek değil de nedir ki? 
Ama bir gün görmeyen kocanın gözleri açılır. Roya,  gözleri açılan, görmeye başlayan  bir kocanın yine meleği olabilecek midir  ?

Kabin önündeki koltuktan, oturduğum yerden  kalktım, dışarı çıktım, dolu çoktan bitmiş, hiç yağmamış gibi izi bile yoktu.