20 Ocak 2021 Çarşamba

Kiraz ağaçları

 Bahçemizde otuz tane kiraz ağacı var, dört ceviz, on şeftali, on elma, iki ayva, dört dut, dört incir, iki mandalina, dört zeytin , iki töngel(muşmula) , bir trabzon hurması, üç armut, iki erik, üç kiren (kızılcık) ve beş nar ağacı ve daha fazlası var.

Bu meyvelerin hepsini bahçenin ilk sahibi dikmiş, biz ise bahçede bulduğumuz boş alana  çınar ile selvi çamı  dikebildik. Bu zamana kadar ağaçların  meyvelerinden hiç bir şey yapamadık. Ağaçlardaki meyveleri kuşlar ile arılar, yere düşenleri tosbağalar, karıncılar kurtlar yedikçe mutlu olduk. Ağaçlar yaşlı, ilaç yüzü görmedikleri için meyveler dalında kaldıkça kurtlanıyor. Özellikle kiraz ! Neden bu kadar çok kiraz dikmişler diye çok vahsınıyorum.  Otuz ağaç birden bire kiraz veriyor ve başında hiç kimse olmayınca,  toplanmayınca kurtlanıyorlar. Kurtlu kurtlu yiyorum  ama benden başka da  hiç kimse ağzına sürmüyor. 

Bu sene artık bahçenin başındayım ilk kez bu meyveleri değerlendirip para kazanmak istiyorum. Yılın  İlk meyve veren ağacı kiraz, çok tedirginim, ne yapılır nasıl değerlenir? Diğer tüm meyvelerden reçel, pekmez, marmelat, pestil yapmışlığım vardı ama birden bire oluveren ve hemen kurtlanan tonlarca kirazdan ne yapacağım? Babam benim iş yapacağımı duyunca çok sevindi,  meyvelerin  suyunu çıkaran bir makine alırım sana  diyor, taksit ile. Tüm ağaçların diplerini kazdım en sona kirazları bıraktım.  Meyve suyu çıkaran bir makine işime yarar mı, bilmiyorum. İş yapmaktan vazgeçmeyeyim diye babam   yeni fikirler için videolar izliyor, kızım bak bunu yapmışlar, bak şunu yapmışlar diyor, her an.

Babam o kadar mutlu ki iş yapacağım diye, benden önce hayaller kuruyor; işini büyütürsün,  köyünün kadınlarını da  işine ortak edersin, hepiniz büyürsünüz, tır alırsınız, ihracat yaparsınız, yabancı ülkelere iş seyahatine gidersiniz, ülkeler sizden mal almak için yarışır..Babamı hiç bu kadar mutlu görmemiştim  ama ben tır almak değil artık kendi param ile köyün kedilerine köpeklerine yemek hazırlamak istiyorum. 





16 Ocak 2021 Cumartesi

Pıtpıt'a Kavuşmak


              Pıtpıt, Çorum'u kokluyor

Yıllar önce bir yazım çok paylaşılmış çok yorum gelmişti. Yorumlardan birinde bir yorumcu ; "sizin gibi insanların varlığını hissedince yurt dışına gitme planımı unutuyorum" demişti.  Bir insanın  hiç görmediği  tanımadığı birinin varlığına bu kadar anlam yüklemesi bana inandırıcı gelmemişti, bir anda parlayıp bir anda sönen medya gündeminin iltifatları diye düşünmüştüm.  Geçen sene İngiltere'de iken  bu sözün doğruluğunu tecrübe edebilmiştim. 

Aile, akraba, komşu, arkadaştan ayrı olarak hiç görmediği, bilmediği birinin hissettirdiği duygu, çok güçlü olabiliyormuş. 

İngilizlerin,  beni gördüklerinde gülümseyerek merhaba demelerine çok anlam yüklemiş, sırf bu yüzden bile burada kalabilirim diye düşünürken aklıma hep  S. abla geliyordu. 

İngiltere'ye gitmeden önce hayvan dostu güzel bir yürek " Berivan" ile tanıştım, kedime,  İngiltere'ye aldırana kadar bakabileceğine dair  bana güvence vermişti. Uçağımızın kalkmasına bir gün kala S. abladan telefon aldım," kedine, sen dönünceye kadar bakarım", diyordu. Beni blogdan tanıyordu, hiç birbirimizi görmemiştik. Evi, yolumuz üzerindeydi, uğradık. Onlarca kedili bahçesinden içeri girdiğimizde  eşi ile bizi karşılayışındaki içtenliğini ömür boyunca unutamayacağım. Tüm vedalaşmalarım içinde bir tek S. ablanın evinden ayrılırken  gözyaşı döktüm, sonrasında hiç duraksız saatlerce sessiz gözyaşı dökebileceğimi o yaşıma kadar tecrübe etmemiştim. 

İngiltere'de iken hep beni aradı, güzel haberler fotoğraflar, dualar yolladı. Çok utanıyordum,  böyle ağır sorumluluk yüklemek ne büyük bir bencillikti. Nasıl bir hayvan severim, nasıl bir hayvan sahibiyim çok iyi anlamış oldum,  S. abla olmasaydı ömür boyu bir vicdan azabım olacaktı. En çok geceleri olmak üzere her gün içim içimi yedi, nasıl böyle bir şey yaptım, kedim bu insanları üzmesin, sıkıntı vermesin, bunaltmasın diye dualar ettim. Uzaklardan beri her anımda  Pıtpıt ile konuştum, ne olur Pıtpıt ne olur onlara sıkıntı verme , çok az kaldı döneceğiz...

İngiltere'den dönüşte   kedimizi almak için S. ablaya uğradık. Pıtpıt'dan ayrılırken çok üzüldüler, ona  bizden kat be kat  özen ile bakmışlar,  emanet diye üzerine titremişlerdi. Pıtpıt'ı  çok sevmişler, ona farklı bağlanmışlardı. (Pıtpıt'a nasıl bakılacağına dair  onlardan  çok şey öğrendim, öğrenmeye devam ediyorum) 

S. abla, Pıtpıt'ın malzemeleri ile beraber bize kocaman bir poşet verdi, yolda lazım olursa diye size hazırladım diyerek. Bir yıldır kullanılmayan banka kartının çalışmadığını anlayınca yanımızda  ne nakit para ne su ne de  yiyecek  almadığımızın farkına vardık, yolda alırız diye önemsememiştik. S. ablanın poşetini açtık, iki faklı kutu içinde patatesli peynirli börek, başka bir kutudan biber dolması, başka bir kutudan kek ve kurabiye çıktı. Bir bidon dolusu da yine elleri ile yaptığı meyve suyu ...

Banka kartımızı açtırana  kadar S. ablanın poşeti ile doyduk.

 Kucağıma geldikçe  Pıtpıt'ın kulağına S. abla ve R. abinin isimlerini fısıldıyorum, onları hep analım, onları andıkça  kalbimiz yumuşasın, güzelliğe iyiliğe meyilli olalım diye. 

Benim gibi kötü bir hayvan sever olsanız da hayvanlar insanı iyiliğe doğru sürüklüyor. Pıtpıt olmasaydı S. ablayı tanıyamayacaktım. 

Bahçede baktığı onca kediden başka üç bacaklı sokak  köpeği ile  terk edilmiş köpekleri sahiplendirmeye çalışıyorlar.

Kendi kendime söz verdim, köyde temelli kalabilecek duruma gelince üç ayaklı köpeği yanıma almayı istiyorum, ihtiyacı olduğunda hayvanlarına ben bakayım istiyorum.

Bu iki insan bize ömür boyunca,  iyiliği hatırlatacak, onları hatırladıkça iyiliğe doğru kalbim yumuşayacak.

 Karantinadan dolayı İngiltere'den neredeyse hiç bir şey  getirememişken , Pıtpıt'a üç küçük hediye alabilmiştik.


Bir dükkandan kedi tasması fare oyuncağı alırken görevli kız ,kedinize Boris  almayı ister misiniz, kediler çok seviyor demişti.  Kedi oyuncağı diye  bunu vermişti. 
Pıtpıt hediyesini  o kadar çok sevdi, bağrına bastı ki, etiketini bile çıkartmamıza izin vermedi.













14 Ocak 2021 Perşembe

Bergman ve arkadaşım ile bir gün.

 Bugün hava kapalı, gölün  rengi  kaybolmuş, karşı tepelere sis oturmuş,  

Bergman'ı konuşmak için uygun bir gün.

Sevdiğim filmler hakkında   konuşabildiğim bir arkadaşım var,  heyecanlı ve mutluyum. 

Bergman filmlerindeki   diyalogları   yazdığım defterimi çıkardım. ( Filmleri  durdura durdura yazmışım) ( deftere gerek yok filmlerdeki konuşmalar ezberimde ama ona defterimi göstermek istiyorum)   Gölün kenarında onu beklemeye başladım,kendisi   hep bir soluk uzağımda. Son yapraklarını yeni dökmüş kiraz ağaçlarının arasından hışırtısı duyuldu. Önce defterimi sonra ellerimi kokladı, ciddiyetimi hissedince sessizce yanıma uzandı.

Defterimden rastgele bir sayfa açtım, "Bir Evlilikten Manzaralar" ın diyalogları çıktı. 

Kötü el yazımı zar zor okumaya başlamışken onu film hakkında bilgilendirmek istedim.
Film , 10 yıldır mükemmel bir evlilikleri olan Marianne ve Johan'ın  kendilerini tanıtmaları ile başlıyor.
 Akademisyen olan Johan,  süslü uzun cümleler ile kendini anlatırken   , avukat Marianne , iki çocuğum var ve Johan'ın karısıyım demeyi  yeterli buluyor. Bu ilk sahne Marianne'nın başına geleceklerin habercisi olmalı.
Birbirini aldatan, kavga eden arkadaşlarının evliliklerini gördükçe kendi  mükemmel ilişkileri hakkında kurdukları diyaloglar;
Marianne: Onlara benzemiyoruz çünkü biz konuşabiliyoruz. Aynı dili konuşan insanlar birbirini anlar, ilişki için aynı dili konuşabilmek çok önemli.
Johan: İşlerimiz ağır ve sıkıcı olsaydı örneğin fabrikada çalışsaydık, paramız kısıtlı olsaydı ilişkimiz böyle mükemmel olamazdı. 
Marianne: Aynı dili konuşan insanlar her yerde her ortamda birbirini anlayabilirler ve iyi geçinirler.
 Johan; güven, düzen, konfor, sadakat ile  utanılacak kadar mutluyuz...




(Durup köpeğin gözlerine bakıyorum, bunları anlatırken onda bir farklılık hissetmek istiyorum, benim gibi etkilenmesini arıyorum)

Marianne boşanma avukatıdır, yaşlıca bir kadın odasına gelmiş boşanmak istediğini  söylüyor. 
Boşanma sebebi olarak tek bir kelime söylüyor ,"sevgisizlik".
Marianne, kadına,  kocasının kişiliğini soruyor;
20 yıllık evliliğim boyunca asla kavga etmeyen, nazik, kibar, sorumluklarını yerine getiren , çocuklarına ve bana iyi davranan bir insan, diyor.
Neden şimdi diye soruyor avukat;
On beş yıl önce boşanmak istediğimi söyledim ama çocuklar büyüsün diye benden zaman  istedi.
Çocuklarım büyüdü evlendi ve evden gittiler,  artık zamanı dedi.
Yalnız kalacaksınız, dedi avukat.
Yalnızlığı, sevgisizliğe tercih ederim dedi kadın.
Marianne kadından çok etklilenmişti, sevginin neleri içermesi gerektiğini sordu.
Var olmayan bir şeyi nasıl tanımlayabilirim ki dedi kadın.  Önünde duran masaya baktı, bu masayı görüyorum, güzel bir masa olarak görünüyor ama bir de duygular vardır diyerek masaya dokunuyor,  masanın kuru olduğunu hissediyorum. Duygularımı önemsiyorum,  sevgisizlik duygularımın değerini yitirip anlamsızlaştırıyor ve artık buna izin vermek istemiyorum, dedi. 

(Defterimden başımı kaldırıp ona baktım, gözlerinde aradığım o değişimi hemen fark ettim.)

Filmin başında  10 yıllık evliliklerinde utanılacak kadar mutluyuz diyen Johan, dört yıldır eşini ve çocuklarını nasıl terk edebilirim diye  düşünüyor, arkadaşlarından fikir alıyormuş. Evliliğinin  hiç bir anında terk edileceğini aklına getirmeyen Marianne, bir gün birden bire kocasının başkasına aşık olduğunu ve evden gideceğini duyar. 
Evi terk etmeden önce Johan diyalogları; 
Evliliğimizde her şey kusursuzdu tek bir çatlak yoktu, hava alamıyorduk, oksijensizlikten boğulduk. 
İnce planlar, sık elemeler, annen ne düşünecek , noel nerede kutlanacak doğum günlerine kim çağrılacak tüm bunlardan çok sıkılmıştım.
Ama gerçek gerçekti yapılacak bir şey yoktu, kabul etmekten başka.
 Çok kitap okudum ama gerçeklikte tecrübeli değilmişim.
Bize her şeyi öğrettiler, anatomiyi,  matematik formüllerini ama  insanın ruhuna dair tek bir sözcük bile öğretmediler. Kendimiz ve başkaları hakkında cahiliz.
Johan içindekileri boşaltır, bavulunu alır ve sevgilisine gider.
Marianne, hiç beklemediği bir anda yalnızlık  ile baş edebilmek için çareler arar, terapistinin önerdiği gibi düşüncelerini duygularını bir deftere yazar. Defterini okurken Marianne;
 Hayatım boyunca  ben ne istiyorum diye hiç düşünmedim.  Hayatım boyunca benden yapılması bekleneni yaptım hep  karşımdaki ne istiyor diye düşündüm , önceleri bu şekilde düşünmemin benim düşünceli olduğumdan kaynaklandığını sandım, oysa gerçek bu değildi ve bu gerçek beni korkutuyordu. Korkaklığımdan dolayı böyle davranıyordum.

Terk edilmek, yalnızlık, Marianne'yi geliştirdi, kendini tanıdı, yaşamak isteğini anlamlandırdı.
Johan ise kendini kanıtlamak için uğraşıp dururken evini eski düzenini özledi, geri dönmek istedi.

Yılar sonra bir araya geldiklerinde,  Marianne; bugüne kadar hiç kimseyi sevmediğimi düşünüyorum ve kimsenin de beni sevdiğini sanmıyorum, dedi.
Johan ona sarılarak, geçmişte tüm bencilliği ile onu sevdiğini, artık gerçekçi ve kusurlu bir biçimde birbirimizi seviyoruz diyerek  çevrenin beklentilerinden, yapılması gerekenlerden  arındırılmış sadece iki ayrı birey olarak bir araya gelebilmişlerdi. 

Defterimde dört beş sayfa tutan bu  diyalogları köpeğe okumak bana çok iyi geldi, umarım ona da iyi gelmiştir. 
 Bergman'ın  çektiği tüm filmleri defalarca izlemek notlar tutmak beni mutlu ediyordu , artık tüm bu filmleri  konuşabileceğim bir arkadaşımın olması ise   bambaşka bir mutluluk.



 




 
 





13 Ocak 2021 Çarşamba

Köstü

 Köy yolundan çok kamyon geçiyor, kasaları taş ile kum dolu. Yolda  yürümek cesaret işi, kaldırım ya da yayalar  için yer olmadığından  kamyon altında kalınabilir. Yüklü kamyonların çoğu ,  kedi köpek için frene basmaya gerek duymaz, bu yüzden  yollarımız da köpek ve kedi cesetleri çok olur. Köpek hiç peşimi bırakmadığı  için benim için yolda yürümek  zorlaştı, sağıma soluma bir oyana bir buyana koşturuyor, düzgün yürümüyor. 

 Geçenlerde bir gün  yolda yürürken , yaşlıca bir amca elinde sopası, bir tek ineğini  yol kenarında otlatıyordu. Beni görünce eline taş aldı, küfür ederek  köpeğe taş attı.  Beni yabancı gördü, köpekten korumak istedi. Köpek arkama saklanınca da "korkma kızım, bi şiycik yapmaz  " diyerek  sopasını havaya kaldırıp üstüme doğru gelirken, amca köpek benim dedim, vurma hayvana. 

Bizim köyde herkes köpek gördü mü taşa sopaya sarılır, köyün tarihinde  hatıralarda  köpek şiddetine maruz kalmış  ısırılmış  bir kişi bile duymamıştım ama bu amca da herkes gibi  normal bir şey yapıyordu. Misafirperverliğini gösteriyordu. 

Sopasını  indirdi, bu it her gün sokaklarda sürtüyor,madem senin  neden bağlamazsın dedi. Bağlanmayan köpek arsız olur,  ipini kısa tutup hiç çözmeden bahçe kapıma  bağlarsam  çok ısırgan herkesi korkutan  bir köpeğim olurmuş. Benimle konuşurken bir yandan da olduğu yerinde kıpırdamadan otlayan ineğine sopa vurarak , ho ho diyordu.  Kimlerden olduğumu sordu. Kimlerden olduğumu duyunca ,sevindi, biz hısımız dedi ve babama selam yolladı" köstü'nün selamı var dersin ", dedi.

 Köstü'nün selamını eve götürünce , nasıl bir hısımlığımız var öğrenmek istedim. Tüm köy ile hısımmışız, büyük büyük dedelerimiz ve ninelerimiz bu köyde doğmuşlar,  tüm köy ile ya nine tarafından ya da dede tarafından hısım oluyoruz. Köstü , köstebek demekmiş. Eskiden bu köyde her aile tütün işiyle uğraşırken fidelerini köstebekten kurtarmak için Köstü'yü çağırırlarmış. Tarlalardaki köstebekleri,  kulağını toprağa vererek arar bulur sonra öldürürmüş. Köstü, Köstebek avcısıymış.



Babam ile annem.
Bana bir poz ver dedim.











 


12 Ocak 2021 Salı

köpek arkadaşım



Köyün başıboş köpeği arkadaşım oldu. İzlediğim filmleri, dinlediğim müzikleri canlı canlı konuşabileceğim bir arkadaşım oldu. 
 Zavallı köpeğin başını şişirmekten  korkarak  kısa konuşuyorum. 
Bazen uzaklara dalarak bazen de gözlerini kapayarak beni dikkatle  dinliyor. 



İngiltere'de keşfettiğim birini ( Sufjan Stevens) anlattım ona,  en çok dinlediğim şarkısını ( mystery of love)  çaldım. Şarkıyı dinlerken  anılarıma eşlik etti, birlikte  Waterstones'da kitaplara bakarak  İngiliz çayı içtik, Salisbury'de kocaman  alışveriş arabalarını tepeleme   doldurup uçsuz bucaksız çimenlerde yedik içtik sonra koştuk, sonra herkesin içinde herkes ile birlikte çimlere  uzandık. Trende yan yana oturduk, pencereden kırmızı tuğlalı , iki bahçeli İngiliz evlerine baktık. İngiliz sokaklarında beraber yürüdük,  bizi görenler,   gülümsediler, köpek arkadaşıma ve bana merhaba dediler.

Kalın kabuklu cevizin hatırlattığı



İki farklı  ceviz ağacımdan iki cins ceviz var masamda. Birinin kabuğu  incecik , içi dolgun ve yağlı,  diğeri ise kalın kabuklu içi çıkmayan cinsten. 
Kalın kabuklu cevizi kırmak çok zor, kırıldığında ise içini çıkarmak imkansız. Ceviz kıracağının başarısız olduğu bu cevizi çekiçle üstüne vurarak ya da bıçakla ortadaki çizgisinden açmaya çalışıyordum. Kabuğunu kırmayı başardığımda ise  içini çıkarmak için tornavida, meyve bıçağı ile  uğraşmak gerekiyordu. Onca uğraşmalar sonunda yine de ceviz içine ulaşılamıyor diye hiç birimiz  bu cevizi dalından toplamıyor, yere düşenlerini bile almaya tenezzül  etmiyoruz. Yere düşen bu cevizleri alıp yiyecek hiç bir hayvan da yok, o yüzden  bahçenin her yeri bu cevizin fidanları ile dolu.  Bahçeyi kazarken bu  fidanların nasıl sağlam köklerle toprağa bağlandığını, söküp çıkarmak için ne çok uğraş vermek gerektiği görünce  aklıma türlü şeyler geliyor.  
Hiç kimsenin faydalanamadığı   ama her yere tohumlarını kökleştirmiş bu kalın kabuklu içsiz ceviz bana bazı insanları hatırlatıyor, madde madde yazmaya çalışacağım.
1- Bu tip insanların içlerine ( kalın kabuklarından  dolayı )başkalarının dert ve tasaları, acıları giremez. 
2-Kalın kabukluları genelleştirmek istemiyorum, bazen zor hayat şartları veya kültür, bilgi birikimi , tecrübeden dolayı kabuk kalınlaşabilir , içi açıldığında  büyük verimli bir iç çıkacaktır, anlatmaya çalıştığım tür daha farklı. 
3-Her anında çok mutludur, kahkahası boldur. Kahkahası ve  her anında aşırı  mutluluğu bir acıyı saklamak için değildir. 
4-Acı çekmek yaratılışına aykırıdır. 
5-Çünkü dünyaya gelme sebebi kendi mutluluğudur.
6-Dünyadaki her şey onun mutluluğu için var edilmiştir. 
7-Bal arısı gibi kendini mutlu edecek şeyleri arar, bu uğurda yorulmayı kutsal sayar. 
8-Kendini hiç sorgulamaz.
9-Çünkü her yaptığı şey doğrudur.
10-Kafasını yastığa koyar koymaz her zaman  derin huzurlu bir  uykuya dalar.
11-Her sabah yeniden doğar, güne büyük bir iştahla başlar. 
12-Her şeyin en doğrusunu bir tek kendi  bildiği için herkesin ona ihtiyacı vardır. 

13-Kendisi gibi düşünemeyenlere acır, büyük hoşgörüsü ile sabır ile herkesin kendisi  gibi düşünmesi için uğraş verir. 
14- Herkes kendi gibi olsun diye uğraş verirken birazcık hüzün kaplar içini,  acaba herkes kendi gibi olursa    eşi benzeri olmayan  biricikliğine , üstünlüğüne gölge gelir mi?
15- Övülmesi, bu dünyadaki en doğru şeydir , akıllı insan onu öven insandır. 
16-Herkesten önce yemeğe başlar  onun açlığı  daha önemlidir.
17-Hiç bir şeyin açlığını çekmemiştir.
18-Açlığa inanmaz.  
19-Sokaktaki kediler köpekler aç değildir, bir doyuran vardır.
20-Fakirin fakirliğine inanmaz,  senden benden daha çok parası vardır.
21-Ölene üzülmez, kader inancı çok büyüktür, kendi ömrünü  uzatmak için  her türlü şeye bol para harcar, hayata sağlam köklerle bağlanmak için uğraş verir. 
 
22-Kalın kabuğunun içindeki karanlığını aydınlatacak her şeye uzak olmak için büyük savaş verir.
 
23- Her şeyin iyi olacağına dair büyük inançları vardır.
24- Acı çekeni küçük görür. 
25- Bir şeyin  acısını çeken insan olgunlaşamamıştır,  kendi mertebesine henüz gelememiştir. 
 
 
.
.
Bu  kadarı şimdilik kafi. 
Bu maddeleri yazmanın nedeni hiç kimseyi  küçük ya da hor gördüğümden değil, sık sık   anlaşılamamaktan dert yanmalarına karşın , hem anlamış hem bilmiş  olduğuma dairdi.     



 
 
 


     
  









5 Ocak 2021 Salı

Ceviz ağacı ve fidanı

 


Köyden kasabaya indiğimde bir  marangoz bahçesinde bu ağaçları gördüm.. Ağaçların yanında beni gören marangoz, çok gürültülü hızar makinesini kapatıp yanıma geldi. Masa yapılmak için biçilmeyi bekliyorlarmış. Bir ceviz ağacının son kalan iki parçalarıymış. Başka bir şey sormadığımı görünce makinesinin başına dönüp çalışmaya başladı.   Ağaç ile baş başa kaldım.  Hızardan geçmiş yerlerine henüz ellenmemiş  kabuklarına kıvrımlarına gizlice  dokundum. 
Marangozun yanına gidip bu iki ağacı almak istiyorum dedim, ne kadar, dedim.  Makineyi kapatmadan bir rakam söyledi, duyamadım. Bir daha söyler misiniz diyemedim.   Cebimdeki paraları çıkarıp bu kaporası bu da telefon numaram, haftaya geri kalanını getiririm dediğimde marangoz makinenin düğmesini kapatıp parayı cebine koydu, telefonumu kaydetti.  Gelip alana kadar ağaçları güvenli bir yere koymasını rica ederek   ayrıldım.
Köy yolunda aklım başıma geldi,  Allah'ım ben ne yaptım, adam kaç lira dedi, ne yapacaktım ki ağaçları. Eve varınca saçımı başımı yolarım diye yolda kendimi rahat bıraktım, cevizlere dokunduğum o kısacık anı başa sara sara yola devam ettim.


Köye varırken telefonuma marangozdan resimli mesaj geldi, abla cevizleri depoya indirdim. Resmi açtım,  iki kocaman ağaç parçası, kendilerini almamı bekliyorlardı. 
Market ile fırına gidip gelmem gerekirken marangoza gidip iki devasa ağacı alıp gelen beni tanıyamamışım diye korku tedirginlik sersemlik ile telefonu kapattım. 
Köye indiğimde fidancı gelmiş arabasının kasasında meyve fidanları satıyordu, ceviz fidanını duyunca cebimdeki bozukluklarla bir ceviz fidan aldım. 

2021 yılının ilk günü  ceviz fidanı diktim.

 Fidan  yerini beğensin, besinini suyunu alabilsin diye araştırma yaptım. Köydeki komşularım eskiyi tamamen unutmuşlar, eskiden nasıl yapardınız diye sorduğumda napcan eskiyi diyerek pis kötü bir şey akıllarına gelmiş gibi yüzlerini buruşturuyorlar.

 Ama yaşlılar öyle değil, eskiyi anlatmayı çok seviyorlar, ne kadar eziyet çekmiş olsalar da eski onlar için kutsal.    


Eski ile yeni bilgileri harman edip işe koyuldum.

     Önce  fidanın yerini seçtim, derin bir kuyu kazdım. Kuyunun dinlenmesini bekledim.  Kuyunun içinden çıkardığım  toprakları ikiye ayırdım. Yüzeydeki toprağı kuyunun dibine fidanın köklerine potasyum ve tavuk gübresi ile karıştırarak koydum.(gübre ve potasyum içime sinmedi, araştırmaya devam ediyorum)   Kuyunun en derininden çıkardığım toprağı ise en üste koydum. Bunun nedeni toprağın zenginliği, yüzeydeki toprak daha zengin ve verimli olduğu için fidanın köklerine koydum. Aşılı yerini güneye çevirip kökünden itibaren on santim toprağa gömdüm. Toprağı çiğnemeden sadece su dökerek toprağın sıklaşmasını sağladım.(Toprağın çiğnenmemesi de içime sinmedi, kökler hava alacak kuruyacak sanıyorum)  Birazcık da olsa toprağı çiğnemek istedim ama köklere zarar veririm diye öylece bıraktım. Sonra bol su vererek toprağın sıklaşmasını bekledim. 
1 Ocak günü bizim köyde termometreler 20 yi gösteriyordu. Aylardır bu Karadeniz köyüne  yağmur yağmadı. 
İklim için ne yapabilirim diye    açık radyo dinliyorum. 
https://acikradyo.com.tr/  



Karabaş bile  saatlerce başımda durup fidan kuyusu açmamı izlemekten, sıcaktan bunaldı çiçeklerin serinliğine yattı.