23 Kasım 2022 Çarşamba

Dırtlak


Annemin teyzesine ziyarete gitmiştim. Uzun yıllardır görmediği beni ve oğlumu hasretle sarılıp öperek karşılamış, ziyaret sonrası ayrılırken; “oğlun sana çekmemiş senin gibi dırtlak değil” demişti. 
Daha önce hiç kimse bana dırtlak dememişti, böyle bir kelimeyi de daha önce hiç duymamıştım , büyük teyze o anda bana özel uydurmuş olmalıydı. Neden dırtlağım, diye de üzerinde durmadım, büyük teyzenin nezaket süzgecini çoktan kaybettiğini ağzına ne gelirse söylediğini herkes bilirdi.

Oğlumun aklına geldikçe gülerek bana söylediği Dırtlak anne’nin unutulmasını uzun zaman beklemem gerekecekti. 
Babamın ve annemin hastane işleri için Ankara’ya gittiğimde aile albümüzde bu fotoğrafımı görünce aklıma büyük teyze ve Dırtlak geldi.
Bindokuzyüzseksenlerin sonlarında Malatya Atatürk İlkokulu’nun bahçesindeyim. Çocukların en mutlu olması gereken bir günde çocuk bayramında neden Dırtlamışım. Tören kıyafeti için babamın taksit ödediğini hatırlıyorum. Eteğim diğerlerine göre daha uzun o yüzden mi dırtlak dırtlak bakıyorum fotoğrafa, hayata…

Yabancı

  

 Köyde olduğum bir günün sabahına köpek iniltisi ile uyandım. Yatağımda yatmaya devam ederek  sese kulak verdim, köpek naif bir şekilde tüm köyü inletiyordu.  Köyümdeki  başıboş köpeklerin hepsi açlıktan bir deri bir kemik, başlarını yerden kaldırmaya korkan,  hepsi  sessiz sakin,  hepsi ürkek. 

Yataktan kalktım, bahçe kapısına kadar gittim. Ses ana yoldan geliyordu. Acaba  hızlı giden bi araç altında mı kalmıştı ,  köy yolundan geçen  taş kum taşıyan kamyonlar mı ...Yola çıkmaya köpeği görmeye güç bulamadım, aklıma geçen ay sabaha kadar bağıran çatıdaki yavru kedi geldi, ben hem korkak hem de karamsarım, ya yaralıysa, ne yapacaktım,  arabam yok 70 km uzaktaki veterinere nasıl götürecektim. Eve geri döndüm. Köpeğin iniltisini duymamak için kafamı yastığa gömmek istedim ama  burası benim köyüm dedim içimden, cüzdanımı ve  hırkamı alıp yola doğru koşmaya başladım. Yaralı köpeği  hırkama sarıp yoldan geçen bir  kamyona atlayıp bizi veterinere bırakmasını isteyecektim, belki yeni bir veteriner karşıma çıkardı , çok para istemeyen halden de anlayan ( ne çok umut gerekiyordu, bir inilti için).

Bahçemden ayrılıp dar patikayı geçip ana yola çıktım, yolda  yaralı bir köpek göremedim. Köpeğin  sesi azalarak hırıltıya dönüşmüştü. Yolun kenarında uzanan göle koştum. Balık üretim çiftliğinin yuvarlak halkaları içinde çırpınan bir  burun gördüm. İçinde balık olmayan kafessiz ağsız  ıskartaya çıkmış bu kocaman  halka bir kıyıya bir açığa doğru gölde hareket ediyor, köpek kıyıya yüzmeye çalıştıkça halka kıyıdaki betona çarpıp geri açığa doğru gidiyordu. İşletmenin bahçesine girdim, köpeğin içinde olduğu halkaya doğru koştum. Köpek çırpınmaktan öyle yorulmuş olmalı ki kafasını su üstünde tutmaya mecali kalmamış, bir tek burnu görünüyor. Nasıl kurtarabilirim  diye düşünülecek zamanı yok hayvanın. Halka kıyıya yanaşmış iken  köpeğe elimi uzattım ama  hayvanın uzatılan ele tutunacak gücü kalmamış.

Halkayı  ayaklarım ile sabitleyip suyun içine dalıp köpeği gövdesinden kavrayıp omzuma atıp, kıyıya çıkardım. İşletmenin beton kıyısında bir kaç saniye kıpırtısız yatan sonra da ayağa kalkıp silkelenen köpeğin  büyüklüğüne bakınca suyun içinden beri sırtıma nasıl atabildim diye şaşırdım.  Yüzme biliyordum ama suya dalamam , dipteki küçük bir şeyi bile çıkaramam , denizin üstünde yüzen bir topa bile uzanıp alamazdım panikleyip boğulacak gibi olurdum. Nasıl yapabildim. 

 Çünkü burası benim köyüm dedim, içimden. 

İçime daha önce hiç hissetmediğim garip bir duygu hücum etti. Evime dönerken köpek peşimden gelmeye başladı. Tüm gün bahçemin kapısında beni gözetledi. Akşama doğru bakkala gitmem gerektiğinde yine peşimdeydi . Dönüş yolunda gölün kenarına inip  kayalıklara oturduk. Poşetteki ekmekleri yemiş karnı doymuş köpeğe anlatmaya başladım. Gölün altında  yatan evleri göstererek, şimdi sular altında kalmış görünmeyen o köyde çocukluğum geçti dedim köpeğe. Yüz yıl önce büyük dedem bu köyde muhtarlık yapmış, hep bu köydeymiş atalarım başka bir coğrafyadan başka bir yerden gelmemiş, başka bir yere hiç göç etmemiş. Yüz elli yıl önce bu köyde yaşayan büyük ninemin adını almışım.  Köpek iç geçirerek  beni dinliyordu, derin bir nefes alıyor  nefesini geri verirken sakin huzurlu bir hırıltı çıkarıyordu. Poşetteki son ekmeği de önüne koydum, köpek ekmeği ağzına alıp daha sonra yemek için gömmek istemiş olmalı ki yanımdan ayrıldı kayalıklardan indi, gölün kenarındaki çitli bahçelerin birine girdi. O sırada bahçesi ile uğraşan adam yerden  taş aldı, köpeğe fırlattı. Taşın acısına alışık köpekten kısa bir inilti çıktı, gözden kayboldu. Adamın kızgınlığı bahçesindeki sebzelere basan köpeğe değil , banaydı. 

- İti, eniği besleyen, ne idiğü belirsiz yabancılar köyümüze doluştu ….diye yüksek sesle bana söylenmeye başladı.  

Yabancı kelimesi üzerime fırlatılan bir taş olmuştu, köpeğe atılan gibi ,  böğrümde kalbimin yakınlarında bir yerde taşın acısı belirdi, köpek gibi inlemek istedim, inleyemedim. Köpek gibi kaçmak istedim, kaçamadım. 

Çünkü burası benim köyüm, dedim acıyan içimden.

Kaçsam, kaçamıyorum, kalsam kalamıyorum. Sabah kurtardığım köpeğin halkası gibi bir halka içindeyim , kıyıya çıkmaya izin vermeyen kocaman bir halka içinde debeleniyorum. 

Bu 

 


22 Kasım 2022 Salı

Çatıdaki kedi

 Ağustos ayının başında, adı bilinmedik bir virüs beni bulmuş, günlerce kusturmuştu. Hiç bir şey yiyemiyor, yudum yudum maden suyu içebiliyordum. Aşırı kusmadan dolayı  banyodan çıkamaz olmuştum. Daracık banyoyu havalandırmak için tavandaki küçük pencereyi açmaya çalıştım lavabo ile klozetin arasına sandalye koyup üstüne çıktım. Parmak uçlarıma kadar yükselip pencereden dışarıya bakmaya çalıştım. İki üç katlı komşu binaların çatıları arasında karşı binanın çatı oluğunda yavru bir kedi gördüm. Ölmüş mü, sıkışıp kalmış mı diye pisi pisi diye karşı çatıya bağırdım. Kedi küçük kafasını,  titrete titrete daracık pencereme doğru kaldırdı. Hemen sandalyeden atlayıp dolaptan kaşar çıkarıp  çatıya fırlattım. Kedi oluktan kalktı, titreyen ayaklarıyla kiremitleri koklamaya başladı, kaşarı buldu, inleye inleye yemeye başladı. Maden şişesi kadardı kedinin vücudu, nasıl çıkabilmişti bu dik uçurumlu çatıya. Kaşarı yedikten sonra  bağırmaya başladı. Bağırmasın diye  dolaptaki tüm kaşarı küçük parçalara bölüp çatıya savurmuştum ama kedi artık kaşar ile ilgilenmiyor bağırıyordu. Hava kararmıştı, Çorum'da gündüzleri  kavurucu sıcak ardından akşamları soğuk bir rüzgar eser, öyle soğuk olur ki, yün yorganlarda yatırır.  Pencereden ayrılamıyorum, kedinin küçük vücudu karanlıkta görünmez oldu ama sesi...Kedi tüm çatıyı tavaf ediyor, çatını etrafında döne döne bağırıyor. Miyov, miyov.  Soğuk esen rüzgar çıkınca herkes pencerelerini kapatmaya başladı. Çatıda sığınılacak kapalı hiç bir yer yok, dimdik bir sivri...Bu rüzgar kediyi uçurur, üşütür, hasta yapar, geceyi bir başına bu çatıda nasıl geçirir? Kedi karanlıkta hiç duraksız bağırıyor.

Patates soğan sepetini boşalttım, ucuna ip bağlayıp,  içine kazağımı  koyup çatıya savurdum, çatı dik olduğundan üzerinde bir şey durmuyor , kedi üşümesin diye hazırladığım şey aşağıya yuvarlandı.  Gecenin ortasına doğru hiç durmadan bağıran kedinin sesi değişti, boğuk çıkmaya başladı.  On saattir bağıran yavru kedi ,artık ölüyor dedim. Ne soğuktan, ne açlıktan ne de kimsesizlikten  , benim yüzümden ölüyordu yavru kedi. 

Başka biri benim yerimde olsa, itfaiyeye haber verir, apartmanı ayağa kaldırır, kediyi kurtarırdı.  Ben ise sadece banyo  penceresinden beri kediye dayan diyebiliyorum, pencereden  sadece kusmak için  ayrılırken  artık kusamıyorum da, boş boş öğürüyorum.Tüm sokağı inleten bu yardım edin çığlığını  benim gibi  olmayan biri duysa diye dua ediyorum.

 Kedi bağırdıkça kendimi katil gibi hissediyorum, yardım isteyene sessiz kalıp hiç bir şey yapamamak. Bu duygu bir virüs gibi kanımda, virüsün ilacı yok diyordu acildeki doktor , kendi kendine  güçlü bir bağışıklıkla…Bunca zaman neden güçlü bir bağışıklığa sahip olamadım anlayamıyorum oysa her gün otoban kenarlarında  ezilmiş kediler, köpekler görüyorum açlıktan bir deri bir kemik olmuşları, uyuzluları, yaralıları, ayağı sakat topallayanları her gün ama her gün görüyorum. Gördüğüm her acıyı hissediyorum ama bir şey yapamıyorum, yapamadıkça kendimi katilmişim gibi suçluyorum. 

Sandalye üstünde idam sehpasında gibiyim, birazdan öleceğim, başımı pencereden alıp sandalyeden ineceğim, ne hali varsa görecek yavru kedi, yardım isteyen boğuk sesini duymamak için pencereyi sıkı sıkı kapatacağım. 

Sabah gün henüz doğmamış iken  korka korka yine pencereye gittim. Büyük bir kedi çatıda uzanmış yatıyordu, yavru kedi görünmüyordu. Kediye dikkatlice bakınca  göğsünde dün bütün gece bağıran yavruyu görebildim. Anne kedi gelmiş yavrusunu emziriyordu. Beş on dakika yavrusunu emziren anne kedi dün çatıya savurduğum tüm kaşarları yedi , kayboldu. Annesi gidince yavru kedi, çatı oluğuna girip uyumaya başladı.