21 Şubat 2018 Çarşamba

Elma sirkesinin mucizeleri


Fotoğrafçıdayım, biraz bekleyin lütfen dediler, bekliyorum. Güler yüzlü bir  çalışan, içer misin diye sormadan önüme çay koyduğunda onun gibi gülümsedim,  sehpa üzerindeki çorum hakimiyet gazetesini karıştırıyorken içeri bir kadın girdi. Fotoğrafçı kapısını   hastane acil kapısı gibi açmıştı. Çantasından bir kaç fotoğraf çıkarıp fotoğrafçının masasına koydu.
-Bunlar kocamın fotoğrafları , yastığa baskı yapıyormuşsunuz, arkadaşım tavsiye etti sizi , hani ....çalışan ....adlı hanım, 
-Tanıdım, dedi fotoğrafçı, nevresime de baskı yapıyoruz, iki yastık bir nevresim paket fiyatımız var, düşünür müsünüz? 
-...
Fotoğrafçı masada ki fotoğrafları aldı, 
- Sizin fotoğrafınız nerede bunların hepsinde eşiniz var, sorusu cevapsız kaldı.
Lütfen oturun bekleteceğim dedi.
Kadın yanıma oturdu.
Titreyen elleri ile çantasını nereye koyacağına karar veremedi, güler yüzlü çalışan ona da bir çay bırakırken " abla iyi misin" dedi. Kadının  gözlerinden birden bire yaş akmaya başladı. 
-Eşime sürpriz yapmak istiyorum, onu nasıl sevdiğimin bir ispatı olsun istedim, onu nasıl çok sevdiğimin....Gözyaşları ince dudaklarına ulaşırken, elindeki çay tepsisini  bırakıp bir peçete uzattı güler yüzlü çalışan.
Üzülme abla , dedi, ne güzel kadınsın, sevilmeye layıksın.
Sevilmek nasıl bir şey ki hiç hissedemedim dedi kadın,  peçete ile gözyaşlarını silmedi,   peçeteyi sıka sıka avuçlarında yok etti. 
Oğlunuzun fotoğrafları hazır diye çağrıldığımda aklımda elma sirkem vardı.





















Bu yaz bahçemden yüzlerce kilo elma topladım, çoğunu dalında bıraktım, arılara, kuşlara, kurtlara, yerdeki kaplumbağalara...

Elma sirkesi kurdum, eski usullere göre. Kurduğum sirkeyi bilenlere gösterdim, sirkelerimin üzerinde  kalın tabakalar ile  sirke analarını gördüklerinde olmuş, güzel olmuş dediler.
Bunca sirkeyi ne yapacaktım, salatada kullandım,  temizlikte kullandım, bardakları parlattım, camları aynaları sildim, bir köşeye kap içerisinde sirkeli su koydum, gidip gelip elimi daldırıp koltuklara halılara sürdüm, Pıtpıtın beyaz uzun tüyleri böylece elektrik süpürgesi, yapışkanlı rulolara göre  daha kolay temizlendi. Sirkeli suya daldırıp ellerimi kendini taratmayan Pıtpıtın tüylerinde başında gövdesinde kuyruğunda gezdirdim . Bir baktım Pıtpıtın tüyleri daha az dökülüyor, tüyleri lüle lüle...Pıtpıta özendim. Şampuanı bıraktım, saçlarımı sadece su ve elma sirkem ile yıkamaya başladım, başlarda tahta gibi oldu, tek parça halinde havada ve mat, ışıltısız  ama saçlarımın dökülmesi " zınk " diye durmuştu. Şampuanı çok arasam da  ileride kel kalma ihtimalime karşı hiç kullanmamaya sabır ettim. Haftalar sonra saçlarım  yumuşadı, Pıtpıtın tüyleri gibi lüle lüle oldu. Elma sirkesinin mucizesine kendimi inandırmıştım.
Şimdi fotoğrafçıdan çıkmış evime giderken " sevilmeye ihtiyaç duymak " nasıl bir şey diye düşünüyorum. Sevilme ihtiyacı insanı  bir fotoğrafçı dükkanına sürükleyip, nasılda küçük düşürebiliyordu...  Sevilmediğini düşünen birini anlamam çok zordu oysa fotoğrafçıdaki güler yüzlü çalışan çok iyi anlamıştı. Hiç sevmemiş bir kocanın fotoğraf baskısı yastığına baş koyma acısını hissedemezdim...
Elma sirkeli suya batırdıkça elimi her mikrobun, her lekenin, her üzüntünün üzerinde gezdirmek istiyorum.
Bilemediğim türlü türlü acılara, gözyaşlarına elma sirkesi iyi gelse, birden bire güler yüzlü biri tarafından ikram edilen çay gibi, mutlu edebilse....

13 Şubat 2018 Salı

Uzay Kampı, yarıyıl tatili



Kış gidiyor. Mevsimler , huyu değişmiş  eski dostlarım gibi , tanıyamıyorum.
 Yarıyıl tatilinde uzay kampına gitti, tüm aile katkıda bulundu , karne hediyesiydi.
Onsuz iki hafta geçirecektim.
 Gecenin bir vakti hep aynı vakitlerde gözüm kapalı  onun odasına gidiyorum,  uyuyan yüzüne yaklaşıp  uykulu kokusunu içime çekerek öptükten sonra yere düşen yorganını üzerine örtme alışkanlığım,  bozulmamış düzgün yatağını görünce yok oluyordu.  Şimdi bu yatakta değildi, uzay kampındaydı, az kaldı gelecekti. Yatağıma geri dönünce uykum kaçıyordu,  evinden uzakta başka yataklarda rahat uyuyabiliyor muydu, annesini çok özlemekten uykuları kaçıyor muydu ? Yoksa gecenin bu vakti sessiz sessiz ağlıyor muydu, hissediyordum işte, benim de uykularım kaçmıştı...
Gün aydınlanmadan telefonum çalıyor, heyecanlı  mutlu bir çocuk sesi  ," anne duşumu aldım kahvaltıya iniyorum , bugün çok yoğun program var ,akşama kadar arayamam " diyordu, arkasından onu çağıran çocuk sesleri geliyordu, şaşırıyordum, konuştuğum , benim oğlum muydu?
Akşamları derin bir uyku için gündüzleri çok yorulmalıyım. Her sabah yürüyen Nariye' yenin peşine mi takılayım diye düşündüm. Vazgeçtim.Spor kıyafetlerimi giyinip  parkın çevresinde kırmızı zeminli yürüyüş parkuruna gittim. Herkes ile beraber aynı tempoda yürümeye başladım. Küçük parkın küçük çevresinde turlanırken , kafesinde silindir üstünde koşan deney faresine benzettim, kendimi. Konuşmak, anlatmak, ihtiyacı öyle ağır bastı ki, bir kaç gün sonra Nariye'ye ile  esnaf kepenklerinin açılmadığı bir vakitte, çarşı içinden geçerek yürümeye başladım. Nariye her gün bu saatlerde yürüyordu, biliyordum,  Çorum'da ki tek arkadaşımdı.
Daracık kaldırımlarına arabaların park ettiği sokakları ile bu saatlerde hala uyuyan   gün görmüş kişilerin, emeklilerin oturduğu Bahçelievler mahallesinden çıkıp, Bahabey ve Gazi caddesinde kepenkleri   kapalı gösterişli dükkanların önünden geçiyoruz. Yavruturna mahallesine giriyoruz, yabancı harfli küçük eğreti dükkanlar çoktan açılmış,  siftah için bekliyorlardı. Bu sokağın  çocukları sabahın bu saatinde oyunlarını çoktan kurmuşlar , bilmediğim bir dilde bildiğim eski bir oyunu oynuyorlardı.


Sek sekin kutularında yabancı harfler...
Ulu mezarlığın sokağında çorbacı, pideci, hırdavatçı, anahtarcı, büfeci...  Bu vakitlerde hava çok soğuk oluyordu,  güneş içinde erkendi, bu daracık sokakları ısıtmasına daha bir kaç saat vardı.
 İki kat yünlü  çorabım içi kürklü botlarım, atkım şapkam vardı  ellerim şişme montumun cebindeydi. Hiç durmadan konuşuyorum, konuşacak ne çok şeyim varmış diyerek hayret ederek, konuştukça ısınırım zannederek.
Kaldırımsız sokaklarda sohbetime öyle dalıyordum ki arkamdan çalan kornalar ile hoplayarak susuyordum.
Nariye ile yürürken aklıma  yakın zamanda izlediğim "Persona" geliyordu. Çok konuşan Alma ile hiç konuşmayan Elisabet'in mecburi  birlikteliği...

Dönüşte güneşli yollarda yürüyorduk,  kepenkler açılmış, canlanmış vitrinlere bakabiliyorduk. 
Eve geldiğimde yürümek iyi geldi, diyordum.
Ayazı hissetmek, güneşi görmek, dar sokaklarda iç dökmek , iyi geldi diyorum.
Bozulmamış yatakları, masaları, çekmeceleri düzenleyip, kirlenmemiş yerleri temizleyerek, ertesi gün yine yürüyeceğim, aynı sokaklarda farklı şeyler konuşacağım diye umutlanarak günümü sonlandırmaya hazırlanırken,

 yatmadan önce arıyordu, o gün ne yaptıysa hızlı hızlı anlatıyordu, uzay mekiği, mars, ay, yıldızlar...Her gece rüyama giriyordu anlattıkları, uzay mekiği, mars, ay, yıldızlar...Gökyüzüne bakıyorum , benim tanıdık gökyüzümdü açık mavi,beyaz bulutlar... Kocaman bir makine giriyordu rüyama, mavilik yarılıyor, yabancı bir yere koyu bir bilinmezliğe doğru kayboluyordu. Korku ile uyanıyordum.

Odasına gidip perdeyi açıp gökyüzüne bakıyorum. Bütün evlerin ışıkları sönmüş, yıldızlar çok yakın ve parlak. Oğlumun odasında, onun penceresinden beri karanlık gökyüzüne bakarken kendimi Nariye'ye yakın hissediyordum, Alma'nın nasıl Elisabet'e dönüştüğünü  bu gecede bu pencerede  anlıyordum...Kendimi her şeye yakın hissediyordum. Okuduğum kitapların izlediğim filmlerin kahramanlarına, üşümüş köpeklere, kıraç bir toprağa, tablodaki o resme,  mezbahanede sıraya konulmuş koyun tavuk ineğe,  yaprakları bitlenmiş benjamine, anneme, çamaşır suyu ile solmuş yer bezime dönüşüyordum.
Çankırı Çorum yolu üzerindeki bu bozkırda birden bire arabanın önüne atlayan o yavru tilkiye dönüşüyorum.  Eli tüfekli avcılardan korkamayacak kadar açım, aç karnım için dolanıyorum, açlığım bu bozkır gibi , sonsuz...
Dilini bilmediğim çocuklar oluyorum, sınırları tebeşir ile çizilmiş sek sek oynuyorum, sınırı geçen yanıyordu. 


Yok olduğumu hissetmek huzur veriyordu.   Bir yer bezi, bozkırda yalnız bir tilki , dar sokaklarda boş boş konuşmak için can atmazdı, içi kürklü botlar giymezdi, vitrinlere bakarak hayal kurmazdı. Hafiflemiştim. 
Aslında ben hep böyleydim, gece uykumdan kalkıp gökyüzüne   bakardım, yıllardır İstanbul daydım, İstanbul 'da böyle karanlık yoktu,  geceleri görülen yıldızları yoktu, belki bu yüzdendi, İstanbul'da sırf kendimi bilmem.
Sabah olunca karanlık kayboluyordu, herkes kendi gibi görünüyordu. 
Kaldığım yerden anneliğime devam etmek için, Uzay kampından Çorum'a yanıma gelmesini bekliyorum.