Katip Bartleby adlı hikayeyi Herman Melville yazmış. New York'da , işlek Wall Street yazıhanelerinin birinde üçüncü yazıcı olarak işe başlayan çalışkan Bartleby'in değişimi anlatılır hikayede. Yoğun iş ortamı içinde Bartleby durgunlaşır, yavaşlar ve hiç bir şey yapmamayı tercih eder. Bütün gün hiç bir şey yapmadan ofisin penceresinden dışarı bakmaya başlar. Ofisin tüm pencerelerinden görülen tek şey kararmış pislenmiş tuğlalarla örülü bir duvardır.
Merdivenlerden gelen su sesini duyduğumda mutfaktaydım, elimde karnabahar vardı, akşam sofrasına karnabaharı ne şekilde çıkarsam diye düşünüyordum. Nariye gelmiş olabilir diye kapıya koştum. Yukarıdan aşağıya doğru boşalan su sesine doğru bağırdım; Nariye hanım!...Paçaları kolları sıvalı eşarbı tepesinde bağlı Nariye elindeki süpürgesi ile yukarıdan beri göründü.
Sevgili okuyucu arkadaşlarım detaylarım ile ayrıntılarım ile sizi boğmak istemiyorum, Nariye evimdeydi, üçlü koltuğumun bir ucuna oturmuş, hırkasını çıkarmadan, kıvırdığı şalvar paçasını indirmeden ,konuşuyordu;
Annem uzaklara gittiğinde uykularımı da peşinden götürmüştü, , her gece yatağımda oturur pencereden karanlık bahçemize bakardım, kümese giren kurtları sessizce izlerdim, ağzında tavuklarımızdan biri ile geldiği karanlığa doğru koşarlardı. Tavuklarımızın kanat sesini duyardım, kurdun ağzından kaçmak için kanat çırpmalarını, çırpına çırpına karanlıkta kaybolduklarını izlerdim. Annem en çok babama hizmet ederdi, annem öldüğünde en çok babam öksüz kalmıştı. Evin tüm öksüzlerine yeniden anne olmaya çalışarak geçti çocukluğum. Oğlum öldüğünde ise geride tek öksüz olarak beni bırakmıştı. Öksüzlüğümü giderecek tekrar eskisi gibi yaşantıma devam edecek bir şey aramadım. Her gece oğlumun odasındaki pencereden karanlığa baktım, karanlıklar içinden aç kurtların çıkmasını beni de alıp götürmelerini diledim. Oğlum kitaplarının bazılarını pencere kenarına dizmiş, yatağı pencere kenarında. Kaybolmayı beklerken oğlumun pencere kenarına dizdiği bu kitaplarını okumaya başladım. Pencere önündeki kitapları karanlıkta okumaya çalışırken aylar yıllar geçti , okuduklarımdan hiç bir şey anlamıyordum. Katip Bartleby'i okurken oğlumun yatağında uykuya daldım ve bir rüya gördüm. Güneşli bir günde pencerem açık, mutfakta haşhaşlı tatlı çöreklerimden yapıyorum. Penceremdeki tül havalanıyor kabındaki hamurum kabardıkça kabarıyordu. İçerideki odalardan gülen insan sesleri geliyordu, seslere doğru gidiyorum, oğlum ile annem gülerek bana bakıyorlardı, ne zamana olur diyorlardı, haşhaşlı çörekler, haşhaşlı çöreklerini çok özledik diyorlardı, gülerek. Hava sıcacıktı,mutluluğu hissediyordum yıllar sonra, kabındaki hamur gibi mutluluk yüreğimde kabarıyordu. Oğluma anneme sarılıyorum, öpüyorum. Çörekleri fırına atayım diyerek mutfağa koşuyorum, güneşin gittiğini görüyorum, artık soğuk geliyordu pencereden. Pencereyi kapatırken dışarı bakıyorum, tepelerin ardından silahlarını kuşanmış kahverenk üniformalı askerlerin geldiğini görüyorum. Askerler yanaştıkça güneş kayboluyor, hava kararıyor. Askerler evime iyice yaklaştığında yüzlerini görüyorum hepsinin yüzü kurt yüzü. Oğlum ile annemin olduğu odaya koşuyorum, hepsine tekrar sarılıyorum. Kahverenk, beklediğim ayrılığın rengiydi, korkunun, acımasızlığın, rengiydi, kapıma kadar gelmişti. Beni alıp götüreceklerdi. Tek bir beni götüreceklerdi, sevdiğim hiç bir şeyi yanıma alamazdım, saklayamazdım oğlumu hırkamın altına. Kahverengine doğru evimden çıkarken çırpınmıyorum, ağlamıyor, isyan etmiyorum, tecrübeliyim ayrılığın acısına. Sessizce vakurca ağır ağır ilerlerken
yarım kaldı diye katip bartleby'i alıyorum yanıma. Hırkamın altına kitabı koyarken aklıma bir şey geliyor, gülüyorum. Çocukluğumda, karanlık çöktüğünde kümesimize dadanan kurtları hatırlıyorum, aç kurtlardan biri yine tavuklarımızdan birini boğazlamış kaçıyor, kurdun ağzında bir tavuk, tavuğun kanatları arasında bir kitap var, ne yapsın tavukcağız kitabının bitmesine az kalmış, bırakmak istemiyor. Tavuk kümesinde hep okuyordu, sonunun ne olacağını biliyordu, aç midelerin birine gidecekti ama işte okuyarak anlam katmaya çalışıyordu acılarına. Anlamlı acılar daha çekilir oluyordu. Ne yapsın zavallı tavuk işte, ölüme giderken son son kitap okumayı kendine yakıştırmıştı.
Uyandığımda koynumda Katip Bartleby , yarım kalmış her şeyi tamamlamam için yeni bir sabah daha verilmiş gibi kalktım oğlumun yatağından, okudum bitirdim kitabı. Nariye üçlü koltuğumun bir ucunda konuşuyor, ben diğer ucunda onu dinliyordum. Bir ara elimde sıkı sıkı tuttuğum karnabaharı fark ettim, Nariye hep konuşsun, hiç susmasın , bir daha kayıplara karışmasın diye soluksuz dinliyordum onu. Ben de okuyup bitirmiştim Katip Bartleby'i, hayatı bencilce tıka basa doyarak yaşamaya alışmış bu bedenden çıkacak cümlelerime ihtiyacı yoktu kitabın, merdiven yıkayıcısı Nariye , bu kitabı en iyi anlayandı....
Bence Nariye ile yollarınızın kesişmesinin bir hikmeti var. Bırakma onu lütfen bu arkadaşlık ikinize de iyi gelebilir.
YanıtlaSilOfff Allah kimseye evlat acısı göstermesin.
YanıtlaSilBazı kitapları hiç anlayan olmasa keşke...
Nariye...ne güzel kadın.
YanıtlaSilKaybettiği oğlunun kitaplarını hiç bir şey anlamadan okumak. Onun dokunduğu sayfalarda gezinmek, o sayfalarda evladının nefesini duymak.
YanıtlaSilNariye'yi çok sevdim ben. Anlamadığını sanmış ama anlamamış olsa yolu seninle kesişmezdi.
Nutkum tutuldu galiba. Cümlelerde kayboldum .
YanıtlaSil