8 Aralık 2022 Perşembe
her derde şifa
23 Kasım 2022 Çarşamba
Dırtlak
Annemin teyzesine ziyarete gitmiştim. Uzun yıllardır görmediği beni ve oğlumu hasretle sarılıp öperek karşılamış, ziyaret sonrası ayrılırken; “oğlun sana çekmemiş senin gibi dırtlak değil” demişti.
Yabancı
Köyde olduğum bir günün sabahına köpek iniltisi ile uyandım. Yatağımda yatmaya devam ederek sese kulak verdim, köpek naif bir şekilde tüm köyü inletiyordu. Köyümdeki başıboş köpeklerin hepsi açlıktan bir deri bir kemik, başlarını yerden kaldırmaya korkan, hepsi sessiz sakin, hepsi ürkek.
Yataktan kalktım, bahçe kapısına kadar gittim. Ses ana yoldan geliyordu. Acaba hızlı giden bi araç altında mı kalmıştı , köy yolundan geçen taş kum taşıyan kamyonlar mı ...Yola çıkmaya köpeği görmeye güç bulamadım, aklıma geçen ay sabaha kadar bağıran çatıdaki yavru kedi geldi, ben hem korkak hem de karamsarım, ya yaralıysa, ne yapacaktım, arabam yok 70 km uzaktaki veterinere nasıl götürecektim. Eve geri döndüm. Köpeğin iniltisini duymamak için kafamı yastığa gömmek istedim ama burası benim köyüm dedim içimden, cüzdanımı ve hırkamı alıp yola doğru koşmaya başladım. Yaralı köpeği hırkama sarıp yoldan geçen bir kamyona atlayıp bizi veterinere bırakmasını isteyecektim, belki yeni bir veteriner karşıma çıkardı , çok para istemeyen halden de anlayan ( ne çok umut gerekiyordu, bir inilti için).
Bahçemden ayrılıp dar patikayı geçip ana yola çıktım, yolda yaralı bir köpek göremedim. Köpeğin sesi azalarak hırıltıya dönüşmüştü. Yolun kenarında uzanan göle koştum. Balık üretim çiftliğinin yuvarlak halkaları içinde çırpınan bir burun gördüm. İçinde balık olmayan kafessiz ağsız ıskartaya çıkmış bu kocaman halka bir kıyıya bir açığa doğru gölde hareket ediyor, köpek kıyıya yüzmeye çalıştıkça halka kıyıdaki betona çarpıp geri açığa doğru gidiyordu. İşletmenin bahçesine girdim, köpeğin içinde olduğu halkaya doğru koştum. Köpek çırpınmaktan öyle yorulmuş olmalı ki kafasını su üstünde tutmaya mecali kalmamış, bir tek burnu görünüyor. Nasıl kurtarabilirim diye düşünülecek zamanı yok hayvanın. Halka kıyıya yanaşmış iken köpeğe elimi uzattım ama hayvanın uzatılan ele tutunacak gücü kalmamış.
Halkayı ayaklarım ile sabitleyip suyun içine dalıp köpeği gövdesinden kavrayıp omzuma atıp, kıyıya çıkardım. İşletmenin beton kıyısında bir kaç saniye kıpırtısız yatan sonra da ayağa kalkıp silkelenen köpeğin büyüklüğüne bakınca suyun içinden beri sırtıma nasıl atabildim diye şaşırdım. Yüzme biliyordum ama suya dalamam , dipteki küçük bir şeyi bile çıkaramam , denizin üstünde yüzen bir topa bile uzanıp alamazdım panikleyip boğulacak gibi olurdum. Nasıl yapabildim.
Çünkü burası benim köyüm dedim, içimden.
İçime daha önce hiç hissetmediğim garip bir duygu hücum etti. Evime dönerken köpek peşimden gelmeye başladı. Tüm gün bahçemin kapısında beni gözetledi. Akşama doğru bakkala gitmem gerektiğinde yine peşimdeydi . Dönüş yolunda gölün kenarına inip kayalıklara oturduk. Poşetteki ekmekleri yemiş karnı doymuş köpeğe anlatmaya başladım. Gölün altında yatan evleri göstererek, şimdi sular altında kalmış görünmeyen o köyde çocukluğum geçti dedim köpeğe. Yüz yıl önce büyük dedem bu köyde muhtarlık yapmış, hep bu köydeymiş atalarım başka bir coğrafyadan başka bir yerden gelmemiş, başka bir yere hiç göç etmemiş. Yüz elli yıl önce bu köyde yaşayan büyük ninemin adını almışım. Köpek iç geçirerek beni dinliyordu, derin bir nefes alıyor nefesini geri verirken sakin huzurlu bir hırıltı çıkarıyordu. Poşetteki son ekmeği de önüne koydum, köpek ekmeği ağzına alıp daha sonra yemek için gömmek istemiş olmalı ki yanımdan ayrıldı kayalıklardan indi, gölün kenarındaki çitli bahçelerin birine girdi. O sırada bahçesi ile uğraşan adam yerden taş aldı, köpeğe fırlattı. Taşın acısına alışık köpekten kısa bir inilti çıktı, gözden kayboldu. Adamın kızgınlığı bahçesindeki sebzelere basan köpeğe değil , banaydı.
- İti, eniği besleyen, ne idiğü belirsiz yabancılar köyümüze doluştu ….diye yüksek sesle bana söylenmeye başladı.
Yabancı kelimesi üzerime fırlatılan bir taş olmuştu, köpeğe atılan gibi , böğrümde kalbimin yakınlarında bir yerde taşın acısı belirdi, köpek gibi inlemek istedim, inleyemedim. Köpek gibi kaçmak istedim, kaçamadım.
Çünkü burası benim köyüm, dedim acıyan içimden.
Kaçsam, kaçamıyorum, kalsam kalamıyorum. Sabah kurtardığım köpeğin halkası gibi bir halka içindeyim , kıyıya çıkmaya izin vermeyen kocaman bir halka içinde debeleniyorum.
22 Kasım 2022 Salı
Çatıdaki kedi
Ağustos ayının başında, adı bilinmedik bir virüs beni bulmuş, günlerce kusturmuştu. Hiç bir şey yiyemiyor, yudum yudum maden suyu içebiliyordum. Aşırı kusmadan dolayı banyodan çıkamaz olmuştum. Daracık banyoyu havalandırmak için tavandaki küçük pencereyi açmaya çalıştım lavabo ile klozetin arasına sandalye koyup üstüne çıktım. Parmak uçlarıma kadar yükselip pencereden dışarıya bakmaya çalıştım. İki üç katlı komşu binaların çatıları arasında karşı binanın çatı oluğunda yavru bir kedi gördüm. Ölmüş mü, sıkışıp kalmış mı diye pisi pisi diye karşı çatıya bağırdım. Kedi küçük kafasını, titrete titrete daracık pencereme doğru kaldırdı. Hemen sandalyeden atlayıp dolaptan kaşar çıkarıp çatıya fırlattım. Kedi oluktan kalktı, titreyen ayaklarıyla kiremitleri koklamaya başladı, kaşarı buldu, inleye inleye yemeye başladı. Maden şişesi kadardı kedinin vücudu, nasıl çıkabilmişti bu dik uçurumlu çatıya. Kaşarı yedikten sonra bağırmaya başladı. Bağırmasın diye dolaptaki tüm kaşarı küçük parçalara bölüp çatıya savurmuştum ama kedi artık kaşar ile ilgilenmiyor bağırıyordu. Hava kararmıştı, Çorum'da gündüzleri kavurucu sıcak ardından akşamları soğuk bir rüzgar eser, öyle soğuk olur ki, yün yorganlarda yatırır. Pencereden ayrılamıyorum, kedinin küçük vücudu karanlıkta görünmez oldu ama sesi...Kedi tüm çatıyı tavaf ediyor, çatını etrafında döne döne bağırıyor. Miyov, miyov. Soğuk esen rüzgar çıkınca herkes pencerelerini kapatmaya başladı. Çatıda sığınılacak kapalı hiç bir yer yok, dimdik bir sivri...Bu rüzgar kediyi uçurur, üşütür, hasta yapar, geceyi bir başına bu çatıda nasıl geçirir? Kedi karanlıkta hiç duraksız bağırıyor.
Patates soğan sepetini boşalttım, ucuna ip bağlayıp, içine kazağımı koyup çatıya savurdum, çatı dik olduğundan üzerinde bir şey durmuyor , kedi üşümesin diye hazırladığım şey aşağıya yuvarlandı. Gecenin ortasına doğru hiç durmadan bağıran kedinin sesi değişti, boğuk çıkmaya başladı. On saattir bağıran yavru kedi ,artık ölüyor dedim. Ne soğuktan, ne açlıktan ne de kimsesizlikten , benim yüzümden ölüyordu yavru kedi.
Başka biri benim yerimde olsa, itfaiyeye haber verir, apartmanı ayağa kaldırır, kediyi kurtarırdı. Ben ise sadece banyo penceresinden beri kediye dayan diyebiliyorum, pencereden sadece kusmak için ayrılırken artık kusamıyorum da, boş boş öğürüyorum.Tüm sokağı inleten bu yardım edin çığlığını benim gibi olmayan biri duysa diye dua ediyorum.
Kedi bağırdıkça kendimi katil gibi hissediyorum, yardım isteyene sessiz kalıp hiç bir şey yapamamak. Bu duygu bir virüs gibi kanımda, virüsün ilacı yok diyordu acildeki doktor , kendi kendine güçlü bir bağışıklıkla…Bunca zaman neden güçlü bir bağışıklığa sahip olamadım anlayamıyorum oysa her gün otoban kenarlarında ezilmiş kediler, köpekler görüyorum açlıktan bir deri bir kemik olmuşları, uyuzluları, yaralıları, ayağı sakat topallayanları her gün ama her gün görüyorum. Gördüğüm her acıyı hissediyorum ama bir şey yapamıyorum, yapamadıkça kendimi katilmişim gibi suçluyorum.
Sandalye üstünde idam sehpasında gibiyim, birazdan öleceğim, başımı pencereden alıp sandalyeden ineceğim, ne hali varsa görecek yavru kedi, yardım isteyen boğuk sesini duymamak için pencereyi sıkı sıkı kapatacağım.
Sabah gün henüz doğmamış iken korka korka yine pencereye gittim. Büyük bir kedi çatıda uzanmış yatıyordu, yavru kedi görünmüyordu. Kediye dikkatlice bakınca göğsünde dün bütün gece bağıran yavruyu görebildim. Anne kedi gelmiş yavrusunu emziriyordu. Beş on dakika yavrusunu emziren anne kedi dün çatıya savurduğum tüm kaşarları yedi , kayboldu. Annesi gidince yavru kedi, çatı oluğuna girip uyumaya başladı.
16 Mart 2022 Çarşamba
Nilgün'ü beklerken
Yedi yıldır yaşadığım Çorum'da hiç arkadaşım olmadı. Buraya ilk taşındığımda yeni insanlar ile tanışıp arkadaşlıklar kurmaya çok hevesliydim. Sonra hevesim kaçtı. Kendi kendime vakit geçirmeye alıştım. Yalnızlıkta öyle olgunlaştım ki, yeni arkadaşlar, komşular, yalnızlığıma zarar verecek diye korkmaya bile başladım, iyice yabanileştim.
Üç ay önce bir mesaj aldım, benimle tanışmak isteyen biri vardı , yurt dışında (dünyanın en güzel şehri Bath) yaşıyordu, bir haftalığına memleketi Çorum'a gelmişti. Bir çay bahçesinde bir saat boyunca birbirimizi tanımaya çalışmayı sonra her şeyi unutup ayrılmaları biliyordum. Oldukça kibar ve nazik yazılmış mesaja aynı kibarlıkta tanışmak istemiyorum nasıl yazılır diye düşündüm.
Bilgisayar başından kalkıp pencereden dışarı baktım, her an yağmur yağacak bir hava vardı. Sadece bir saatliğine bir arkadaşım olsaydı dışarıda ne yapmak isterdim diye hayal ettim. Pencere önünde birden bire ne çok hayaller hücum etti. Bilgisayar başına geçip saat kulesinde buluşabileceğimizi yazdım.
Saat kulesinde buluşacağım kişinin hem benim hem oğlumun hayatını değiştireceğini tahmin edemezdim.
İkimizde yürüyerek gelmiştik buluşma noktasına, saat kulesinin dibinde onu gördüğüm ilk anda değişmeye başlamıştım bile.
Çorum müzesine yürüdük, ikimizden başka hiç kimsenin olmadığı binada mezar küplerinin önünde tanışmaya başladık. Eski çağlarda bu coğrafyada yaşayan insanların toprak küplerin içinde gömülmeleri çok ilgisini çekti,toprak bir küpün içinde gömülmeyi isterdim, dedi. Bunca yıl Çorum'dayım neden benim ilgimi çekememişti, eskiden burada yaşayanların bir çömlek içinde gömüldükleri...
Nilgün İngiltere'ye dönene kadar her gün buluşmaya başladık, buluşmalarımıza bazen oğlum da katıldı.
Onunla geçirdiğimiz her günde halinden hareketlerinden duruşundan bir şeyler öğrendik. Hayatımızı değiştirecek, iyiye doğruya güzele doğru yön verecek bir kişi ile tanışacağımızı , Çorum'da tanışacağımızı aklıma bile getiremezdim. Kısacık tatili bitip gitme vakti gelince çok üzüldük. Çorum'a geleceği günü dört gözle beklemeye başladık.
9 Mart 2022 Çarşamba
Çamaşır makinem ile vedalaşırken
Bugün çamaşır makinem ile vedalaştım.
Yirmi üç yıldır kirlilerimi temizlemeye çalışan
23 yıllık varlığından benden başka hiç kimsenin haberdar olmadığı makinem ile vedalaşmak çok zor oldu..
Evlenirken, çamaşır makinemi annem almıştı, nasıl kullanacağımı da annem anlatmıştı.
Annemin evinde çamaşır yıkamak ve asmak kutsal bir görev gibiydi. Çamaşır yıkamaya adanmış bir gün vardı , hafta sonu tüm ailenin beraber olabildiği tek gün ona adanmıştı ve o gün , en çok konuşulan şey kirli çamaşırlardı.
Çamaşır günü, makinenin önünde birikmiş kirli çamaşırlar belli bir hiyerarşiye göre sıralarını beklerlerdi, rengine, cinsiyetine, görevine, kirine,yaşına göre hepsini ayrıştırırdı, annem. Ve aynı hiyerarşi ile asardı.. Böyle incelikli hassas görevi bir defalığına bile hiç kimseye devredemeyecek kadar önemserdi annem. Makinesi kırk yıldır çalışıyordu, kırk yıldır kar gibi beyazlılar çıkaran makinesine gözü gibi bakardı annem, gizli kapaklarını açar, hortumunu çıkarır, içini dışını temizlerdi.
Benim evimde ise çamaşır yıkamak kuralsız adapsız , elime ne gelirse tıkıştırmaktan ibaretti.
Çamaşırlarımı sınıfsız , ayrımsız tıka basa doldurdum yıllarca makineme.
Renklileri, beyazlıları, tülleri, nevresimleri hep aynı programda aynı sıcaklıkta yıkadım. Annem evime gelip çamaşırlarımı görüp hayal kırıklığına uğradıkça , makinemi suçladım. Hiç bir zaman kar gibi beyazlılarımın olmamasının tek suçlusu çamaşır makinemdi.
Banyoda tahta bir dolabın içinde görünmez makinem, içine atılanlara sessizce rıza gösterirdi.
Hiç ses çıkarmadan.
Yirmi üç yıl boyunca tahta dolabı açan, makineye yaklaşan bir tek bendim, sadece benim elimi hissetti kapağı açılırken gelişi güzel tıka basa doldurulurken hep aynı düğmesine basılırken, benden başka hiç kimseyi bilmedi. 20 yılı aşkın birlikteliğimizde bencil düşüncesiz olan bendim, içine atan, kaldıracağı yükten fazlasını alan cefakar olan ise makinemdi.
Son yıllarda banyodan boğuk kısık bir ses gelmeye başlamıştı, önemsemedim. Aklımın ucuna bile gelmiyordu bir sorunu olacağı, annemin makinesi gibi kırk yıl çalışacaktı, o da. Geçen hafta artık bahar geldi diye paltolarımızı tıka basa makineye sokuşturdum, kapağını her zamanki gibi zorla kapattım. Akşam yemeği için sofraya oturduk. Yemek bitmiş keyif çaylarımızı içerken banyo tarafından öyle bir gümbürtü oldu ki deprem oluyor sandık. Sesin şiddetinden oturduğumuz sandalyeden düştük, çaylar döküldü. Banyoya doğru yöneldiğimi gören eşim oğlum kolumdan tutup engellemeye çalıştılar, sakın oraya gitme diye bağırıyorlardı.
Makinem can veriyordu. Boğazı kesilen bir boğa görmüştüm , bir sürü adam boğanın üstüne çıkmış sıkı sıkı yapışmış iken öyle bir sarsılmıştı ki hayvancağız üzerindeki tüm insanları metreler ötesine fırlatmıştı.
Makinem boğazı kesilmiş gibi bağırıyor, tahta dolabını kırmış , banyo duvarlarına vurarak kendini parçalıyordu. Ailemin kollarından kurtulmuş banyoya koşmuş, dehşet içinde makineme bakıyordum, yıllardır sesi soluğu çıkmadan çalışan munis makineme ne oluyordu, onu bu kadar delirten ,kendini parça parça yok etmesinin nedeni neydi?
Eşim sigortayı indirmiş, evin tüm elektriği kesilmiş iken banyodaki mahşeri ses acı bir iniltiye dönüşmüştü. Elektriği kesilince makinenin duvarlara çarpması gümbürtüsü yok olmuş ama inlemesi kesilmemişti. Karanlıkta, makinemin yanına yaklaştım, sanki her zamanki gibi yirmi yıldır yaptığım gibi içine kirlilerimi atacakmışım gibi önünde diz çöktüm. Motorundan , içinden gelen böğürtülere kulak verdim ama çok geç diyordu makinem, bu son soluğum diyordu.
Sandım ki beni bırakamaz, sandım ki benim duyarsızlığıma alıştı, sandım ki ben ne yaparsam yapayım o hep aynı, sessiz kalacaktı.
Düşüncesizliğim, sorumsuzluğum,umursamazlığım çamaşır makinemi öldürdü.
28 Şubat 2022 Pazartesi
Çorum'da bir kedi bakışı
14 Eylül 2021 Salı
İncir mevsimi
13 Eylül 2021 Pazartesi
Domatesler ve eros
Haftasonu bahçeme gidebildim , domateslerimi nihayet kızarmış görebildim.
8 Eylül 2021 Çarşamba
domates-biber
Bu sene ilk kez tek başıma yaptığım sebze bahçesi...
kurtlu kiraz-2-
Turuncu kedi(https://ayseninkozasi.blogspot.com/2021/09/kurtlu-kiraz-1.html )bir çuval içinde bahçemize atıldığından beri yanımda, kucağımda. Korkak, ürkek bir kedi, daha önce hiç böyle kucağımda boynuma sarılan bi kedi bilmiyorum. Yoldan fren sesi gelmişti, Ufuk ile ot koparıyorduk, araba bir çuval fırlatmıştı, içi kedi dolu. Mevsim dikim mevsimiydi, tarla otlardan temizlenecek, kazılacak, bellenecek, fideler dikilecekti. Traktör, makine olmadığı için tüm işleri elimizde kazma ile bitirmeye çalışıyoruz. Turuncu kedi kucağımdan hiç inmek istemiyor, işleri onunla birlikte yaparken bu halsizliği beni çok tedirgin ediyordu. Sadece hafta sonları gelebildiğimiz bahçede o kadar çok kedi var ki, bu gölün yanında insanlara muhtaç olmadan başlarının çaresine bakabiliyorlar. Kapısı önündekileri çuvala koyup otobana, ormana, göl kenarına boşaltma geleneği olmasa turuncu kedi bu halde olmazdı.
Artık kucağımda tutunacak gücü kalmamış olmalı ki, beni kuru otlar üzerinde beklemeye başladı.
İşim bitsin diye beni bekliyor, kucağımda sessizce uyumak istiyordu. Telefonda veteriner ile konuşuyor Ufuk, durumu ile ilgili bilgi veriyor, tavsiye ettiği şeyleri yapıyoruz.
Kuru otlar üzerindeki hali hoşuma gitmiyor, veterinere götürmek istiyorum. Otların üzerinde işimin bitmesini bekleyen turuncuyu kucaklayıp arabaya atıyorum.
Sokağa çıkma yasağında, 100 km uzaktaki veterinere polis, jandarma kontrollerini aşa aşa gidiyoruz, köy yollarındaki kontrollerdeki jandarmalar şaşkın, köy kedisi veterinere gider mi?