8 Aralık 2022 Perşembe

her derde şifa

Uzaktaki arkadaşlarım için bir şey yapmak istedim. Elma sirkesi kurdum.
Bahçemdeki en vefakar, cefakar, gönlü hoş misafiri çok elma ağacımın meyvelerinden...Elma ağacının meyvelerini her sene kuşlar arılar kaplumbağalar ve daha göremediğim nice canlılar ile paylaşırım.
Öyle çok ziyaretçisi vardır ki elma ağacının, kıskanırım, uzaktaki arkadaşlarım aklıma gelir...

 Senelerdir kurduğum gibi, annemin ninesi gibi kurdum, bir tek eksiğim toprak çömleği...
(Annemin ninesini görmedim ama   boyum kadar çeşit çeşit toprak çömleklerini görmüştüm, eskiyi pis ve  döküntü gören akrabalarım hepsini yok etti.)
Kurduğum elma sirkesi her türlü dertlerine şifa olsun, çocukluk travmalarına, her türlü hasretliğe, umutsuzluğa...
Sabahları aç karnına bir yudum içtiklerinde karşılarına çıkan tüm benciliğe, cahilliğe, acımasızlığa karşı güç verecek. Sabahları aydınlanacak, karanlıklarına güneş doğacak. 
Uzaktaki arkadaşlarımın hepsi iyi insanlar...iyi insanlar için bir  şey yapmak istedim, sirke kurdum.



23 Kasım 2022 Çarşamba

Dırtlak


Annemin teyzesine ziyarete gitmiştim. Uzun yıllardır görmediği beni ve oğlumu hasretle sarılıp öperek karşılamış, ziyaret sonrası ayrılırken; “oğlun sana çekmemiş senin gibi dırtlak değil” demişti. 
Daha önce hiç kimse bana dırtlak dememişti, böyle bir kelimeyi de daha önce hiç duymamıştım , büyük teyze o anda bana özel uydurmuş olmalıydı. Neden dırtlağım, diye de üzerinde durmadım, büyük teyzenin nezaket süzgecini çoktan kaybettiğini ağzına ne gelirse söylediğini herkes bilirdi.

Oğlumun aklına geldikçe gülerek bana söylediği Dırtlak anne’nin unutulmasını uzun zaman beklemem gerekecekti. 
Babamın ve annemin hastane işleri için Ankara’ya gittiğimde aile albümüzde bu fotoğrafımı görünce aklıma büyük teyze ve Dırtlak geldi.
Bindokuzyüzseksenlerin sonlarında Malatya Atatürk İlkokulu’nun bahçesindeyim. Çocukların en mutlu olması gereken bir günde çocuk bayramında neden Dırtlamışım. Tören kıyafeti için babamın taksit ödediğini hatırlıyorum. Eteğim diğerlerine göre daha uzun o yüzden mi dırtlak dırtlak bakıyorum fotoğrafa, hayata…

Yabancı

  

 Köyde olduğum bir günün sabahına köpek iniltisi ile uyandım. Yatağımda yatmaya devam ederek  sese kulak verdim, köpek naif bir şekilde tüm köyü inletiyordu.  Köyümdeki  başıboş köpeklerin hepsi açlıktan bir deri bir kemik, başlarını yerden kaldırmaya korkan,  hepsi  sessiz sakin,  hepsi ürkek. 

Yataktan kalktım, bahçe kapısına kadar gittim. Ses ana yoldan geliyordu. Acaba  hızlı giden bi araç altında mı kalmıştı ,  köy yolundan geçen  taş kum taşıyan kamyonlar mı ...Yola çıkmaya köpeği görmeye güç bulamadım, aklıma geçen ay sabaha kadar bağıran çatıdaki yavru kedi geldi, ben hem korkak hem de karamsarım, ya yaralıysa, ne yapacaktım,  arabam yok 70 km uzaktaki veterinere nasıl götürecektim. Eve geri döndüm. Köpeğin iniltisini duymamak için kafamı yastığa gömmek istedim ama  burası benim köyüm dedim içimden, cüzdanımı ve  hırkamı alıp yola doğru koşmaya başladım. Yaralı köpeği  hırkama sarıp yoldan geçen bir  kamyona atlayıp bizi veterinere bırakmasını isteyecektim, belki yeni bir veteriner karşıma çıkardı , çok para istemeyen halden de anlayan ( ne çok umut gerekiyordu, bir inilti için).

Bahçemden ayrılıp dar patikayı geçip ana yola çıktım, yolda  yaralı bir köpek göremedim. Köpeğin  sesi azalarak hırıltıya dönüşmüştü. Yolun kenarında uzanan göle koştum. Balık üretim çiftliğinin yuvarlak halkaları içinde çırpınan bir  burun gördüm. İçinde balık olmayan kafessiz ağsız  ıskartaya çıkmış bu kocaman  halka bir kıyıya bir açığa doğru gölde hareket ediyor, köpek kıyıya yüzmeye çalıştıkça halka kıyıdaki betona çarpıp geri açığa doğru gidiyordu. İşletmenin bahçesine girdim, köpeğin içinde olduğu halkaya doğru koştum. Köpek çırpınmaktan öyle yorulmuş olmalı ki kafasını su üstünde tutmaya mecali kalmamış, bir tek burnu görünüyor. Nasıl kurtarabilirim  diye düşünülecek zamanı yok hayvanın. Halka kıyıya yanaşmış iken  köpeğe elimi uzattım ama  hayvanın uzatılan ele tutunacak gücü kalmamış.

Halkayı  ayaklarım ile sabitleyip suyun içine dalıp köpeği gövdesinden kavrayıp omzuma atıp, kıyıya çıkardım. İşletmenin beton kıyısında bir kaç saniye kıpırtısız yatan sonra da ayağa kalkıp silkelenen köpeğin  büyüklüğüne bakınca suyun içinden beri sırtıma nasıl atabildim diye şaşırdım.  Yüzme biliyordum ama suya dalamam , dipteki küçük bir şeyi bile çıkaramam , denizin üstünde yüzen bir topa bile uzanıp alamazdım panikleyip boğulacak gibi olurdum. Nasıl yapabildim. 

 Çünkü burası benim köyüm dedim, içimden. 

İçime daha önce hiç hissetmediğim garip bir duygu hücum etti. Evime dönerken köpek peşimden gelmeye başladı. Tüm gün bahçemin kapısında beni gözetledi. Akşama doğru bakkala gitmem gerektiğinde yine peşimdeydi . Dönüş yolunda gölün kenarına inip  kayalıklara oturduk. Poşetteki ekmekleri yemiş karnı doymuş köpeğe anlatmaya başladım. Gölün altında  yatan evleri göstererek, şimdi sular altında kalmış görünmeyen o köyde çocukluğum geçti dedim köpeğe. Yüz yıl önce büyük dedem bu köyde muhtarlık yapmış, hep bu köydeymiş atalarım başka bir coğrafyadan başka bir yerden gelmemiş, başka bir yere hiç göç etmemiş. Yüz elli yıl önce bu köyde yaşayan büyük ninemin adını almışım.  Köpek iç geçirerek  beni dinliyordu, derin bir nefes alıyor  nefesini geri verirken sakin huzurlu bir hırıltı çıkarıyordu. Poşetteki son ekmeği de önüne koydum, köpek ekmeği ağzına alıp daha sonra yemek için gömmek istemiş olmalı ki yanımdan ayrıldı kayalıklardan indi, gölün kenarındaki çitli bahçelerin birine girdi. O sırada bahçesi ile uğraşan adam yerden  taş aldı, köpeğe fırlattı. Taşın acısına alışık köpekten kısa bir inilti çıktı, gözden kayboldu. Adamın kızgınlığı bahçesindeki sebzelere basan köpeğe değil , banaydı. 

- İti, eniği besleyen, ne idiğü belirsiz yabancılar köyümüze doluştu ….diye yüksek sesle bana söylenmeye başladı.  

Yabancı kelimesi üzerime fırlatılan bir taş olmuştu, köpeğe atılan gibi ,  böğrümde kalbimin yakınlarında bir yerde taşın acısı belirdi, köpek gibi inlemek istedim, inleyemedim. Köpek gibi kaçmak istedim, kaçamadım. 

Çünkü burası benim köyüm, dedim acıyan içimden.

Kaçsam, kaçamıyorum, kalsam kalamıyorum. Sabah kurtardığım köpeğin halkası gibi bir halka içindeyim , kıyıya çıkmaya izin vermeyen kocaman bir halka içinde debeleniyorum. 

Bu 

 


22 Kasım 2022 Salı

Çatıdaki kedi

 Ağustos ayının başında, adı bilinmedik bir virüs beni bulmuş, günlerce kusturmuştu. Hiç bir şey yiyemiyor, yudum yudum maden suyu içebiliyordum. Aşırı kusmadan dolayı  banyodan çıkamaz olmuştum. Daracık banyoyu havalandırmak için tavandaki küçük pencereyi açmaya çalıştım lavabo ile klozetin arasına sandalye koyup üstüne çıktım. Parmak uçlarıma kadar yükselip pencereden dışarıya bakmaya çalıştım. İki üç katlı komşu binaların çatıları arasında karşı binanın çatı oluğunda yavru bir kedi gördüm. Ölmüş mü, sıkışıp kalmış mı diye pisi pisi diye karşı çatıya bağırdım. Kedi küçük kafasını,  titrete titrete daracık pencereme doğru kaldırdı. Hemen sandalyeden atlayıp dolaptan kaşar çıkarıp  çatıya fırlattım. Kedi oluktan kalktı, titreyen ayaklarıyla kiremitleri koklamaya başladı, kaşarı buldu, inleye inleye yemeye başladı. Maden şişesi kadardı kedinin vücudu, nasıl çıkabilmişti bu dik uçurumlu çatıya. Kaşarı yedikten sonra  bağırmaya başladı. Bağırmasın diye  dolaptaki tüm kaşarı küçük parçalara bölüp çatıya savurmuştum ama kedi artık kaşar ile ilgilenmiyor bağırıyordu. Hava kararmıştı, Çorum'da gündüzleri  kavurucu sıcak ardından akşamları soğuk bir rüzgar eser, öyle soğuk olur ki, yün yorganlarda yatırır.  Pencereden ayrılamıyorum, kedinin küçük vücudu karanlıkta görünmez oldu ama sesi...Kedi tüm çatıyı tavaf ediyor, çatını etrafında döne döne bağırıyor. Miyov, miyov.  Soğuk esen rüzgar çıkınca herkes pencerelerini kapatmaya başladı. Çatıda sığınılacak kapalı hiç bir yer yok, dimdik bir sivri...Bu rüzgar kediyi uçurur, üşütür, hasta yapar, geceyi bir başına bu çatıda nasıl geçirir? Kedi karanlıkta hiç duraksız bağırıyor.

Patates soğan sepetini boşalttım, ucuna ip bağlayıp,  içine kazağımı  koyup çatıya savurdum, çatı dik olduğundan üzerinde bir şey durmuyor , kedi üşümesin diye hazırladığım şey aşağıya yuvarlandı.  Gecenin ortasına doğru hiç durmadan bağıran kedinin sesi değişti, boğuk çıkmaya başladı.  On saattir bağıran yavru kedi ,artık ölüyor dedim. Ne soğuktan, ne açlıktan ne de kimsesizlikten  , benim yüzümden ölüyordu yavru kedi. 

Başka biri benim yerimde olsa, itfaiyeye haber verir, apartmanı ayağa kaldırır, kediyi kurtarırdı.  Ben ise sadece banyo  penceresinden beri kediye dayan diyebiliyorum, pencereden  sadece kusmak için  ayrılırken  artık kusamıyorum da, boş boş öğürüyorum.Tüm sokağı inleten bu yardım edin çığlığını  benim gibi  olmayan biri duysa diye dua ediyorum.

 Kedi bağırdıkça kendimi katil gibi hissediyorum, yardım isteyene sessiz kalıp hiç bir şey yapamamak. Bu duygu bir virüs gibi kanımda, virüsün ilacı yok diyordu acildeki doktor , kendi kendine  güçlü bir bağışıklıkla…Bunca zaman neden güçlü bir bağışıklığa sahip olamadım anlayamıyorum oysa her gün otoban kenarlarında  ezilmiş kediler, köpekler görüyorum açlıktan bir deri bir kemik olmuşları, uyuzluları, yaralıları, ayağı sakat topallayanları her gün ama her gün görüyorum. Gördüğüm her acıyı hissediyorum ama bir şey yapamıyorum, yapamadıkça kendimi katilmişim gibi suçluyorum. 

Sandalye üstünde idam sehpasında gibiyim, birazdan öleceğim, başımı pencereden alıp sandalyeden ineceğim, ne hali varsa görecek yavru kedi, yardım isteyen boğuk sesini duymamak için pencereyi sıkı sıkı kapatacağım. 

Sabah gün henüz doğmamış iken  korka korka yine pencereye gittim. Büyük bir kedi çatıda uzanmış yatıyordu, yavru kedi görünmüyordu. Kediye dikkatlice bakınca  göğsünde dün bütün gece bağıran yavruyu görebildim. Anne kedi gelmiş yavrusunu emziriyordu. Beş on dakika yavrusunu emziren anne kedi dün çatıya savurduğum tüm kaşarları yedi , kayboldu. Annesi gidince yavru kedi, çatı oluğuna girip uyumaya başladı.



  

16 Mart 2022 Çarşamba

Nilgün'ü beklerken

 

Yedi yıldır yaşadığım Çorum'da hiç arkadaşım olmadı. Buraya ilk taşındığımda yeni insanlar ile tanışıp arkadaşlıklar kurmaya çok hevesliydim. Sonra hevesim kaçtı. Kendi kendime  vakit geçirmeye alıştım. Yalnızlıkta öyle olgunlaştım ki, yeni arkadaşlar, komşular, yalnızlığıma zarar verecek diye korkmaya bile başladım, iyice  yabanileştim.

Üç ay önce  bir mesaj aldım, benimle tanışmak isteyen biri vardı , yurt dışında (dünyanın en güzel şehri Bath) yaşıyordu, bir haftalığına memleketi Çorum'a gelmişti. Bir  çay bahçesinde bir saat boyunca  birbirimizi tanımaya çalışmayı  sonra her şeyi unutup  ayrılmaları biliyordum. Oldukça kibar ve nazik yazılmış mesaja aynı kibarlıkta  tanışmak istemiyorum nasıl yazılır diye düşündüm.  

  Bilgisayar başından kalkıp pencereden dışarı baktım, her an yağmur yağacak bir hava  vardı. Sadece bir saatliğine bir arkadaşım olsaydı dışarıda ne yapmak isterdim diye hayal ettim. Pencere önünde birden bire ne çok hayaller hücum etti. Bilgisayar başına geçip saat kulesinde buluşabileceğimizi yazdım. 

Saat kulesinde buluşacağım kişinin hem benim hem oğlumun hayatını değiştireceğini tahmin edemezdim. 

İkimizde yürüyerek gelmiştik buluşma noktasına, saat kulesinin dibinde onu gördüğüm ilk anda değişmeye başlamıştım bile. 

Çorum müzesine yürüdük, ikimizden  başka hiç kimsenin olmadığı binada mezar küplerinin önünde tanışmaya başladık. Eski çağlarda bu coğrafyada yaşayan insanların toprak küplerin içinde gömülmeleri çok ilgisini çekti,toprak bir küpün içinde gömülmeyi isterdim, dedi. Bunca yıl Çorum'dayım neden benim ilgimi çekememişti, eskiden burada yaşayanların bir çömlek içinde gömüldükleri...

Nilgün İngiltere'ye dönene kadar her gün buluşmaya başladık, buluşmalarımıza bazen oğlum da katıldı.

Onunla geçirdiğimiz her günde halinden hareketlerinden duruşundan bir şeyler öğrendik. Hayatımızı değiştirecek, iyiye doğruya güzele doğru yön verecek bir kişi ile tanışacağımızı ,  Çorum'da tanışacağımızı aklıma bile getiremezdim.  Kısacık tatili bitip gitme vakti gelince çok üzüldük.  Çorum'a geleceği günü  dört gözle beklemeye başladık. 

  






9 Mart 2022 Çarşamba

Çamaşır makinem ile vedalaşırken

 


Bugün çamaşır makinem ile vedalaştım.

Yirmi üç yıldır kirlilerimi temizlemeye çalışan  

23 yıllık varlığından benden başka hiç kimsenin haberdar olmadığı  makinem ile vedalaşmak çok zor oldu..

Evlenirken, çamaşır makinemi annem almıştı, nasıl kullanacağımı da annem anlatmıştı. 

Annemin evinde çamaşır yıkamak ve  asmak  kutsal bir görev gibiydi. Çamaşır yıkamaya adanmış bir gün vardı , hafta sonu tüm ailenin beraber olabildiği tek  gün ona adanmıştı ve o  gün , en çok konuşulan şey  kirli çamaşırlardı. 

Çamaşır günü, makinenin önünde birikmiş kirli çamaşırlar belli bir hiyerarşiye göre sıralarını beklerlerdi, rengine, cinsiyetine, görevine, kirine,yaşına göre hepsini ayrıştırırdı, annem. Ve aynı hiyerarşi ile asardı.. Böyle incelikli hassas görevi bir defalığına bile  hiç kimseye devredemeyecek kadar önemserdi annem.  Makinesi kırk yıldır çalışıyordu, kırk yıldır kar gibi beyazlılar çıkaran makinesine gözü gibi bakardı annem, gizli kapaklarını  açar, hortumunu çıkarır, içini dışını temizlerdi. 

Benim evimde ise çamaşır yıkamak kuralsız adapsız , elime ne gelirse tıkıştırmaktan ibaretti. 

Çamaşırlarımı sınıfsız , ayrımsız tıka basa doldurdum yıllarca makineme. 

Renklileri, beyazlıları, tülleri, nevresimleri hep aynı programda aynı sıcaklıkta yıkadım. Annem evime gelip çamaşırlarımı görüp hayal kırıklığına uğradıkça , makinemi suçladım. Hiç bir zaman  kar gibi beyazlılarımın olmamasının tek suçlusu çamaşır makinemdi.  

 Banyoda tahta bir  dolabın içinde görünmez makinem,  içine atılanlara sessizce rıza gösterirdi.

 Hiç ses çıkarmadan.

 Yirmi üç yıl boyunca tahta dolabı açan, makineye yaklaşan bir tek bendim, sadece benim elimi hissetti  kapağı açılırken gelişi güzel tıka basa doldurulurken hep aynı düğmesine basılırken, benden başka hiç kimseyi bilmedi. 20 yılı aşkın birlikteliğimizde bencil düşüncesiz olan bendim, içine atan, kaldıracağı yükten fazlasını alan cefakar olan ise makinemdi. 

 Son yıllarda banyodan boğuk kısık bir ses gelmeye başlamıştı, önemsemedim. Aklımın ucuna bile gelmiyordu bir sorunu olacağı, annemin makinesi gibi kırk yıl çalışacaktı, o da. Geçen hafta artık bahar geldi diye paltolarımızı tıka basa makineye sokuşturdum, kapağını her zamanki gibi zorla kapattım. Akşam yemeği için sofraya oturduk. Yemek bitmiş keyif çaylarımızı içerken banyo tarafından öyle bir gümbürtü oldu ki deprem oluyor sandık. Sesin şiddetinden  oturduğumuz sandalyeden düştük, çaylar döküldü. Banyoya doğru yöneldiğimi gören eşim oğlum kolumdan tutup engellemeye çalıştılar, sakın oraya gitme diye bağırıyorlardı.

 Makinem can veriyordu. Boğazı kesilen bir boğa görmüştüm , bir sürü  adam boğanın  üstüne çıkmış sıkı sıkı yapışmış iken öyle bir sarsılmıştı ki hayvancağız üzerindeki tüm insanları  metreler ötesine fırlatmıştı. 

Makinem  boğazı kesilmiş gibi bağırıyor, tahta dolabını kırmış , banyo duvarlarına vurarak  kendini parçalıyordu. Ailemin kollarından kurtulmuş banyoya koşmuş, dehşet içinde makineme bakıyordum, yıllardır sesi soluğu çıkmadan çalışan munis makineme ne oluyordu, onu bu kadar delirten ,kendini parça parça yok etmesinin nedeni neydi?

Eşim sigortayı indirmiş, evin tüm elektriği kesilmiş iken banyodaki mahşeri ses acı bir iniltiye dönüşmüştü. Elektriği kesilince makinenin duvarlara çarpması gümbürtüsü yok olmuş ama inlemesi kesilmemişti. Karanlıkta, makinemin yanına yaklaştım, sanki her zamanki gibi yirmi yıldır yaptığım gibi içine kirlilerimi atacakmışım gibi önünde diz çöktüm. Motorundan , içinden gelen böğürtülere kulak  verdim ama çok geç diyordu makinem, bu son soluğum diyordu. 

Sandım ki beni bırakamaz, sandım ki benim duyarsızlığıma  alıştı,  sandım ki ben ne yaparsam yapayım o hep aynı, sessiz  kalacaktı.

Düşüncesizliğim, sorumsuzluğum,umursamazlığım çamaşır makinemi öldürdü.



28 Şubat 2022 Pazartesi

Çorum'da bir kedi bakışı













Onu ilk kez, yeni taşındığım bu ilde kahvaltı tabağında kalmış  peynir parçasını pencereden aşağıya attığımda görmüştüm. Sokak kenarına çekilmiş arabaların  arasında dolaşan kedi yukarıdan düşen peynir ile şaşırmış ,ürkmüş , kafasını yukarı kaldırıp mutfak penceresindeki bana bakmıştı. 
 Tüyleri sokağın kirinden  kararmış  kedi ile göz göze geldiğimde, irkilmiştim. 
Hiç böyle bakan bir kedi görmemiştim, Çorum'un kedileri böyle bakıyor olmalı diye düşündüm.
  Her şehrin bakışları farklı farklı, geldiğim şehrin bakışlarında "umursamazlık" hemen belli olurdu. 
 
  Her gün sokaktaki arabaların altından beri  mutfak pencereme bakmaya   başladı, aynı kedi.
  Mutfak tezgahında iş görürken gözüm pencereden aşağıya kaydığında arabaların altından yukarı doğru baktığını görüyordum. Pencereyi açtığımda arabaların altından fırlayıp kendini bana gösteriyordu.  Peynir istiyor diye peynir atmaya devam ettim. Önüne attığım peynire koşuyor ama  ben kayboluncaya kadar peynire dokunmuyor , kafası hep yukarıda bana bakıyordu.
 Sabah  yeni uyanmış, işe koyulmadan önce pencereye   çıktığımda ilk gördüğüm olmaya başlamıştı. 
Her gün, günün her saatini penceremin önünde geçiriyor diye,  kutsal bir görevin sabırlı bekçisi gibi hiç yerinden ayrılmıyor diye onu ödüllendirmek istedim. 
  Pencereden sosis ve salam atmaya başladım.
 Başka sokakların yabancı kedileri yukarıdan gelen salam ve sosise kayıtsız kalamamışlar penceremin önü kedi ordusu ile dolmuştu. Hem apartman sakinlerinden hem de sokaktan geçen arabalardan çekindiğimden pencereden aşağıya hiç bir şey atmamaya karar verdim.
Bahçeye kuru kedi maması koydum.
Sosis ciğer salam koydum.
Karnı doyarsa tüm gün pencereme bakmak zorunda kalmaz  diye umdum.
Hafta sonları köye gittiğimizde , günlerce evde yok olduğumuzda,  tatile gittiğimiz zamanlarda unutur diye umdum. 
Karda kışta, eksi yirmi derecelerin buzlarında artık beklemez diye umdum. 
Gündüzleri pencereme bakmayı hiç bırakmadı.
( Haftalardır şehir dışında olup sokağıma girdiğimde arabanın içinden çektiğim bir fotoğraf)

 
Bir gece yarısı uykumdan uyanıp mutfağa su içmeye gitmiştim, Çorum'un zifiri karanlık gecelerinin parlak yıldızlarına bakmak için perdeyi açtığımda ,  onu gördüm. Park edilmiş arabaların altından başı görünüyordu, bana bakıyordu.
 Çorum'un geceleri  soğuk , çok soğuk olur. Gecenin içindeki bakışı beni deliye döndürdü. Artık canımı acıtıyordu, ne istiyordu? Pencereyi açtım, yüzümü yakan dondurucu soğukta, çek git diye bağırdım. Pencerenin açılışı ile heyecanlandı, arabanın altından çıktı. Sokağın ortasına geldi, gözlerini bana dikti. Pencereden aşağıya uzun zamandır hiç bir şey atmıyordum, elimdeki su bardağını fırlatmak istedim, korksun gitsindi. 
Çorum'da  henüz apartman dikilmemiş bahçeli evler var, bahçelerinde pencereleri kapıları kırık kömürlükler var, kediler için sığınacak yuvalar hala var. 
O geceden sonra mutfak penceresinden aşağıya, sokağa hiç bakmamaya karar verdim.
Gözüm kaymasın diye pencerenin perdesini sıkı sıkıya kapadım. 
Sadece dışarıya çıktığımda onu görebiliyordum. Perdeleri çekik pencereme bakmaya pür dikkat kesilmiş haldeydi hep. 









Bizim sokağın  kedileri insandan korkar, kendilerini sevdirtmez yakınına yanaştırmaz kaçarlardı.
Sokağa çıktığımda onun yanından geçerken , o baktığın pencere benim diyorum, hiç oralı olmuyor, pist diyerek bana baksın istiyorum, dikkatini dağıtmama izin vermiyor. Yüzüme  kızgınlıkla tıslıyor, anlam verememezlik ile bir anlığına yüzüme  bakıp tekrar kafasını yukarı çeviriyor. 
Bahçeye sosis salam kuru mama koyuyorum, gelip yiyor, sonra yine aynı yerine geçip yukarı bakmaya devam ediyor. 
Benim diyorum, yıllardır baktığın benim...
Homurdanıyor, tıslıyor, dişlerini gösteriyor, yanına yaklaşmama izin vermiyor. 
Kızmayacak kadar yanına yaklaşıp
Onun baktığı yere ben de bakıyorum.

14 Eylül 2021 Salı

İncir mevsimi

 

Mevsimlerden incir. 
Bizim bahçenin  incirini başka hiç bir yerde görmedim. Gittiğim tüm şehirlerin pazarlarında marketlerinde rastladığım incirlerin hiç birine benzemiyor. 
Yedikçe ferahlatan, baymayan, su gibi, ufacık tefecik  bir incir. 
Kabukları çatlak çatlak olunca olgun sayılan , bir oturuşta bir kilo iki kilo yediren hafif bir incir. 
Bizim buralarda inciri sadece incir reçeli olarak kışa hazırlık yaparlar. 
Bu hafta sonu inciri türlü şekillerde değerlendireyim dedim. Sirkesini, pekmezi ile pestilini yaptım. Pestili bizim buraların güneşi kurutamaz sandım ama öyle güzel oldu ki, lokum gibiydi tadı. Sabah uyanır uyanmaz erkenden incir ağacının yanına gidiyorum, meyve sinekleri, arılar, kuşlar ile dolu oluyor başı.  Bu hafta sonu  sadece alt dallarından  topladığım incirleri tarttım, yirmi kilo gelmiş. Kasabaya indim, yirmi kilo şeker aldım(bir çuval). Küçük kavanozlardan aldım.  Yirmi kiloluk incir reçeli yaptım. Kavanozlara doldurdum. Bu kadar inciri ne yapacaksın diye soranlara yine sessiz kaldım. 









 On senedir bahçenin verdikleri o kadar çok ki, on sene önce benim yerimde başka biri olsaydı,  şimdi benim gibi olmazdı. 












13 Eylül 2021 Pazartesi

Domatesler ve eros

 Haftasonu bahçeme gidebildim ,  domateslerimi nihayet kızarmış görebildim. 


Kızaranları  koparttım, dalından. 

Çok sever domates çorbasını, benim yetiştirdiğim domateslerin çorbasını içsin diye konserve yapıyorum uzaktaki oğluma.
Konserve olmadan önce domateslerin çekirdeklerini ayırmalıyım gelecek seneye tekrar aynı şekilde yetişebilsinler diye.

Bir tanesi nerdeyse yarım kilo olan incecik kabuklu bu domateslerin tohumlarını alırken düşüncelere daldım.

Aşk ve doğurganlık tanrısı Eros mutfak tezgahıma, domateslerimin arasına  geliverdi.
Domateslerin en güzelini en kusursuzunu bulmak için,  gelmiş olmalı. Konserve yapılmadan önce  tohumları saklanmaya değer olanları bana göstermek istedi herhalde. 
Eskiden ninelerimiz, ilk meyve veren, hastalık vurmamış en sağlıklı fideye ip bağlarlarmış, gelecek sene için o fidenin verdiği tohumları saklarlarmış.  
Bu domatesler çok yükseklerdeki bir köyden geldi. Yamaca, engebeye, ilaçsızlığa, susuzluğa, gübresizliğe , yokluğa alışık bir topraktan. 
Domateslerin kabukları çok  çok ince ,  sanki kabuğu soyulmuş gibi. 
O yüzden yolculuk yapmaya gelemiyorlar, aynı onları yetiştirenler gibi, yükseklerdeki evlerinden zarurui bir şey olmadıkça aşağıya  inemiyorlar.
Yokluk bilen halden anlayan bu domatesleri bağrıma bastım.
Benim toprağımda kök salıp aynı şekilde  mi olurlar diye tereddüt ettim. 
Anne ile kızı gibi demişlerdi.
Her ananın kendi gibi kızı olur demişlerdi. 
Öyle değildi.
Benim toprağım başkaydı.
Benim toprağım aşağılarda, suyun kenarındaydı. 
Benim toprağımda kimsenin yüzüne bakmadığı, hor görülen, küçük, çirkin  olanın, fidesine ip bağlanmamışın   tohumları değerliydi.
Boşuna gelmişti Eros, en renklisini,en  kusursuzunu,  en iri olanı seçmeyecektim. 
En güzeli, yarası olandı, benim toprağımda. 














8 Eylül 2021 Çarşamba

domates-biber

Bu sene ilk kez tek başıma yaptığım sebze bahçesi...





Eylül ayına girdik , domates,  biberlerimin daha kızarmamasının nedeni bana gölgelik topraktan yer vermeleri olabilir. İlk kez yapıyorum diye, atalık tohumdan kendim yetiştirdim diye,  fide satın almadım diye, ilaç vurmayacağım diye beni payımsamadılar ( önemsemediler, yapamaz sandılar).
Tohumdan yetiştirdiğim domates ve kapya biberlerim o kadar irileşti ki her biri bir kilo kadardır.( abartmıyorum, hafta sonu gittiğimde tartıp fotoğrafını çekeceğim)
Bir tanesi bir kilo gelen kapya biber(salçalık biber) ile domates görmek isteyen olursa benim bahçeme gelsin.
Bu arada bu sene bizim buralarda domateslere hastalık vurmuş, köylü yemeye  domates bulamıyormuş, satın alıyorlarmış kasabadan, bana hastalık vurmadı, domatesin biberin çokluğuna dallar kaldırmıyor, kırılıyor. 
Bana tarlanın gölgelik tarafını uygun görenler nasıl hata yaptıklarının farkına varmışlardır.  
















 

kurtlu kiraz-2-

 Turuncu kedi(https://ayseninkozasi.blogspot.com/2021/09/kurtlu-kiraz-1.html )bir çuval içinde bahçemize atıldığından beri yanımda, kucağımda. Korkak, ürkek bir kedi, daha önce hiç  böyle kucağımda boynuma sarılan   bi kedi bilmiyorum. Yoldan fren sesi gelmişti, Ufuk ile  ot koparıyorduk, araba  bir çuval fırlatmıştı, içi kedi dolu.  Mevsim dikim mevsimiydi, tarla otlardan temizlenecek, kazılacak, bellenecek, fideler dikilecekti. Traktör, makine olmadığı için  tüm işleri elimizde kazma ile bitirmeye çalışıyoruz. Turuncu kedi kucağımdan hiç inmek istemiyor,  işleri onunla birlikte yaparken  bu halsizliği beni çok tedirgin ediyordu. Sadece hafta sonları gelebildiğimiz bahçede o kadar çok kedi var ki, bu gölün yanında insanlara muhtaç olmadan başlarının çaresine bakabiliyorlar. Kapısı önündekileri çuvala koyup  otobana, ormana, göl kenarına boşaltma geleneği olmasa turuncu kedi bu halde olmazdı. 

 Artık kucağımda tutunacak gücü kalmamış olmalı ki, beni kuru otlar üzerinde  beklemeye başladı.

İşim bitsin diye beni bekliyor, kucağımda sessizce uyumak istiyordu. Telefonda veteriner ile konuşuyor Ufuk, durumu ile ilgili bilgi veriyor,  tavsiye ettiği şeyleri yapıyoruz. 


Kuru otlar üzerindeki hali hoşuma gitmiyor, veterinere götürmek istiyorum. Otların üzerinde işimin bitmesini bekleyen turuncuyu kucaklayıp arabaya atıyorum. 

Sokağa çıkma yasağında, 100 km uzaktaki veterinere polis, jandarma  kontrollerini aşa aşa gidiyoruz, köy yollarındaki  kontrollerdeki jandarmalar şaşkın, köy kedisi veterinere gider mi?



Veteriner ameliyat gerekebilir diyor, kediyi bırakın diyor.
(Geri dönüş yolunda derin bir sessizlik, bilinmedik karanlık bir kuyunun içine çekilmişiz gibi. kaç lira isteyecekler diye soramadık, para  aklımıza geldikçe suçluluk hissediyoruz, kaç lira olursa olsun deme lüksüne sahip değiliz).( Böyle anlarda hiç para kazanamıyor oluşum canımı çok acıtıyor.) 
Kirazlar satılır mı diye aklımıza geldi, henüz tam olgunlaşmadılar, kurtlanmalarına daha vakit var iken...Ama ala bula tam olmamış kirazı alan olur muydu? 
Köy yolundaki açık bir bakkala sorduk, " kirazlarımız var ama böyle böyle",  " ilaçlı olsaydı çok iyi olurdu, dedi bakkal, herkes soruyor, ilaçlı değilse almıyorlar, kurtludur diye ama etrafta kiraz yok, satacak kiraz yok, getirin alırım" dedi.
Eve varır varmaz bahçeye koştuk, akşama kadar bir kasa dolusu topladık. Yarın kediyi almaya giderken bakkala bırakacaktık. 
Akşam veterinerden kedi hakkında bilgi aldık, pisi pisi otu denilen şey yüzündenmiş hastalığı, karnından çıkarmışlar otu, durumu iyiymiş. Kediyi bırakırken sokak kedisi demiştik, akşam telefonda da  sokak kedisi olduğu için bir şey yapabilir mi diye sorduk. Gönlünüzden ne koparsa onu verin dedi. Allahım, ne diyelim, gönlümüz ne diyecek, bu duruma düşmekten o kadar çok utanıyorum ki. Gönlüme yatan,  sokak hayvanları için  her veterinerin uyması gereken bir tarife olmasıydı, yaptığı işlemin normal tarifesi üzerinden bir indirim hakkı. Ama bunu bile söyleyemiyorum, internette en azı ikibinliradan başlayan  beş bin liraya kadar ücret tarifeleri var. İki bin lira ama bin ver dese, beş bin lira ama ikibin beş yüz ver dese, nasıl verecektim? Bahçemde, köyümün yollarında gözüme yaralı bi kedi çarpmasın diye korka korka yürüyorum, görüp de umursamama yükünü sırtlanmak kolay mı? 
100 km uzaktaki bu veteriner gönlümüze en uyan veterinerdi, yaklaşımı insancıldı. Yarın gönlümüzden kopanı verip kediyi alacaktık.
Bakkala 15 kilo kiraz verdik hepsini tek tek inceleyerek irilerini seçe seçe kasaya  koyduğumuz için kirazların ilaçsız olması sorununu tekrar açmadı, 70 lira verdi. 
Turuncu kedi için toplamda 400 km yol gittiğimiz için 70 lirayı yolda durup   benzin parasına ilave ettik.
Kliniğe gönlümüzden kopanı değil de, ay başına kadar zaruri ihtiyaçları karşılayan paradan artanını vermek zorunda kaldık. Parayı verirken de çok utandık. Bir suçlu gibi, kediyi alıp arabaya koyduk. Yolda bakkal aradı, kirazların devamı var mı diye,artık kurtlamıştır diyoruz, satmaya da isteğimiz kalmadı. 
Ufuk çok mutlu, iyileşti, diyor, arabadan iner inmez bahçeye işler için gidemiyorum, yapamıyorum, ufuk o sırada bu fotoğrafımı çekmiş, turuncu kedi doktordan geldi diye.
Ufuk sevinme diyordum, bir yanlışlık var.
Kedi kucağımdan inip kıvranmaya başladı, ufuk'un sevinmesi durdu. Cebinden telefonu çıkardı veterineri arıyor,  hemşire çıkıyor, her şey yolunda diyor, gerekli olanı yaptık, sağlıklı teslim ettik.  Başka bir veteriner ,  daha başka bir veteriner aramaya çalışıyor, kedi kıvranıyor.
Ufuk  soluk soluğa telefon ile aramalar yapıyor, ben kedinin yanından ayrılıyorum. Kazma almaya gidiyorum. Kazmayı geçen gün gömdüğümüz hamile kedinin yanına yakın bi yere vurmaya başlıyorum. Kedinin yanına geldiğimde ufuk telefonu kapatmış,  keşke sokak kedisi demeseydik, keşke indirim yapar mısınız demeseydik diye göz yaşı döküyor.

Yanlışlık var,  yaralı kediyi bir çuvala koyup bahçeye fırlatan, kötü insanlarda değil, yanlışlık.
Yanlışlık, iyi insanlarda, 
Yanlışlık, iyi insan olduğunu sananlarda.
Yanlışlık ben de, Ufuk'da, hayvanlara hayat vermeye çalışan veterinerde...
Sokak hayvanı demeseydik, diye göz yaşı dökmeden önce sokak hayvanı diye verdiğimiz paranın kuruş kuruş hesabını yapan biz, bizi o hesabı yapmaya iten nedenler...
Sokak hayvanına layık göremediğimiz şeyler, gönlümüzden koparamadıklarımız,
Değiştirmek için çabalamayan biz.

Bahçemi görenler, gölün kıyısında meyve ağaçları dolu iken, cennette yaşıyorsun diyorlar.
Cennetimin her köşesine hırpalanmış, önemsenmemiş bedenleri gömüyorum. En son  karnında yavruları ile anneyi ve  turuncu tüylü, mavi gözlü ürkek , kollarını boynumdan ayıramayanı gömdüm.
Beni beklediği yere kuru otlara bakıyorum. 
İki aydan fazla oluyor,
hiç yaşanmamış gibi hissetmeye çalışıyorum
Ama yapamıyorum, ancak bugün yazıyorum.