5 Aralık 2018 Çarşamba

Müslüm'e neden gidemedim ?

Müslüm filmine gidenlere ilimizdeki üç sinema salonu  yetişemiyor, seans üstüne seanslar yoğun talebe karşılık vermekte güçlük çekiyorlar. Altın günlerini feda edip gelen ev hanımlarından, okul asanlara, esnafına, doktoruna , mühendisine kadar her kesimi kendine çekebilmiş bu filme lise arkadaşım Yeliz yüzünden gidemedim. 
 Yıllar sonra lise arkadaşımı arayıp bulan bendim, oysa. Yalnızlığımın en sefil bir anında onu aramaya başlamıştım. Bir feys hesabı açtım, sıra arkadaşlarımı arattım. Bir sırada üç kişi oturuyorduk, Funda'yı bulamadım Yeliz'i buldum. 


 Yeliz'in zaman tüneline baktım.  Beş yüze yakın arkadaşı olup, her paylaşımı yüzlerce beğeni almış, ofiste kahvesini içerken, boğaz manzaralı iş toplantılarında, balkonunda parti verirken     ...  Dalış kursuna yazılmış, su altı fotoğrafları çekmiş, Küba'da puro içmiş, İtalya'da gondola binmiş, Portekiz'de doğum gününü kutlamış, suşiyi Tokyo'da yemiş. Cadılar bayramında cadı olmuş.  Her selfisinin arkasından beri gülümseyen  arkadaş ordusunu inceledim, bunların içine yalnızlığın verdiği çaresizlik ile atlamak istedim. Hiç yurt dışı görmemişliğimi, suşinin tadını bilmediğimi, selfi özelliği olmayan telefonumu nerden göreceklerdi,  arkadaşlık teklifi ettim,  kabul etti. 
Onun son yirmi yılda neler yaptığını anlatmasına gerek yoktu, görünüyordu, ben son yirmi yılımı bir kaç cümle ile anlattım.  Son olarak artık Çorum'da yaşadığımı  mesaj kutusuna yazdığımda,  " sıkılmıyor musun" dedi. 
Sonra instegram ve bir dolu hesap ismi verdi, buralardan da onu takip edebilmem için.  Oysa feysten beri onu takip etmeye bir kaç gün dayanabilmiştim, yalnızlığın verdiği körlüğüm kaybolmuş, kendime gelmiş,   feys hesabımı kapatmıştım.
  Hesabı kapatmamak için bir kaç gün direndim.
Paylaşılan mutlu bir fotoğrafa neden bakmak istemiyordum, altına kalp tıklamak neden  zor geliyordu. Egoist miyim, kıskanç mıyım,  kendi ile barışık biri  değil miyim?
 Açık bir yüreklilikle onu  hiç bir hesaptan takip edemeyeceğimi kendime has uslubum ile yazınca,  ansızın ortaya çıkıp hemen kaybolmaya çalışan lise arkadaşı ilgisini çekti, telefon ile mesajlaşacak kadar beni özeline  aldı. Herkese telefonunu vermezdi. 
İşinden eve dönerken tıkanmış İstanbul trafiğinde beni aramaya başladı. Son okuduğu kitabı anlatırdı, son gittiği konseri, ne harika bir kitaptı, ne harika bir sesti, trafik açılıncaya kadar ..
 Vatsabıma selfi çektirdiği yazarları atardı konser alanından canlı video parçalarını  bana özel yollardı. 
Gündemde olanları tahlil ederdi, bence diye başlardı. 


 Ama  bana özel,  bu paylaşımlarında  art niyet arayacak kadar kötü ruhluydum.
 Çorum'daki bir ev hanımına   iyilik yapıyor gibi hissettiriyordu, görmek için çırpındığımı sanıyor üzülüyor, rüyamda bile  göremeyeceğimi sandığı şeyleri bana trafik sıkıştığında lütfediyordu. 
 Her  şeye yakın olduğunu her an bana hissettirme çabasının altında ne yatıyordu? Konserlerin her türlüsüne , sarılacak kadar yazarlara, yakındı. Sanatsal şeylere kolay ulaşabilir olması onu sanat eleştirmeni yapmış, her şeyden  uzak kalmış, kurumuş çatlamış toprağıma su dökerek iyilik yapmasında  art niyet arıyordum. 
Bozkırın ortasına sanat edebiyat ulaştırmak gibi yüce bir misyon edinmişti. Baştan belli değil miydi girmek istediğim denizin rengi, şimdi neden burun kıvırıyordum.  
(Fundayı bulabilseydim diye iç geçiriyorum. Yeliz, öğretmen çocuğuydu, çalışkan, kurallara uyandı Ama Funda.... babası  yoktu, tek doğru kendi doğrusuydu, herkesin çekindiği  korktuğu şeyde, o  korkulan şeye gözlerini kısar etli dudaklarını yalayarak bakardı. İki örgü kuralına bir Funda baş kaldırmıştı. Her sabah okul kapısında cetveli ile teftişe duran müdür yardımcısı  at kuyruklu Funda'yı dize getirmek için dövme sövme dışında daha ne yapabilirdi ki. Bir  sabah okul kapısında Funda'nın tepeden at kuyruğu avuçlanıp kökünden kesilmişti. Saçları zorla kesilirken  hiç direnmemiş, ağlamamış, yalvarmamış, uzun uzun dudaklarını  yalamıştı.  )
Yeliz hiç değişmemiş   iki örgülü Yeliz'di ,çalışılması gerekiliyorsa çalışılacaktı , sosyal medya varsa   kullanılacaktı,  takip isteyen gündem takip edilecekti, modası geçinceye kadar her şeyi  kendince yorumlayacaktı. 
Müslim filmi vizyona girer girmez  izlemiş, tüm hesaplarında  paylaşmıştı,  hesaplara uzak olan benim için özel olarak  nasıl  harika bir film olduğunu boğaz trafiğinde arabasının içinden beri o kadar çok anlattı ki gitmiş gibi olmuştum yine de mutlaka gidip görmem konusunda ısrarcıydı...Telefondaki sesi  "hariiikaaa film " diye çınladıkça, Funda gibi gözlerimi kıstığımı görmüyordu. 


   Ahlat Ağacı, Çorum'a gelmedi diye Ankara'ya otobüs bileti alarak  gitmiştim.   Aynı tarihlerde Ankara'da  gösterime giren Bergman filmleri nden , Yaban çilekleri'niPersona'yıGüz Sonatı nı sinemada izleme şansına erişmiştim.  Yeliz'in hissettiği gibi aslında Çorumlu bir ev hanımı olarak  o kadar uzak değilim işte,  ben de izlediğim filmler hakkında konuşmayı isterdim ama " Çorum'da yaşamaktan sıkılmıyor musun diye sorduğu gibi "bu filmleri izlemekten sıkılmıyor musun" diyeceğini  artık biliyordum. 

Özür dilerim, Yeliz sırf sen harika film dedin diye

alt sokağımda oynamaya devam eden Müslüm'e gitmiyorum.  Senin sosyal hesapların gibi renkli janjanlı, heyecanlı, hızlı hızlı  değişen , bir güldüren bir ağlatan,  çağıran, sevilmeye, taktir edilmeye, beğenmeye zorlanan şeylere, filmlere harika diyemiyorum.
 Hiç kimsenin sesinin işitilmediği,  seyircisini boşluğa atan  filmleri seviyorum,  uzak sessiz tek başınalığı hatırlatan filmleri seviyorum, Çorum gibi...
 Bu yazıdan  kendime çıkardığım öğüt; "çok sevdiğim yalnızlığıma ihanet edip feysten arkadaş ararsam, karşına ,  mutlaka Yelizler çıkar".






                       




.


8 yorum:

  1. Bu film Müslüm Gürses'in hayatını anlatıyormuş. İzleyenler bol bol arabesk dinleyecekler demektir. Belki de bu yüzden kapalı gişe oynuyor. Filmin sanatsal değeri nedir bilemem ama bana pek hitap etmeyeceği kesin.
    İlginç olan bu filmi izlememe nedenin. Sana tepeden baktığını düşündüğün bir insanın tavsiyesi olduğu için filme gitmemen beni gülümsetti. Bir hayli de düşündürdü.
    Çok yönlü ve aktif olan insanlara hem hayranlık duyarım hem de onlarla arkadaş olmak istemem. Çünkü onlar pasifliğimi yüzüme vururlar. Oysa asıl suçlu benim. Yapabileceğim halde bile bile kullanmadığım yeteneklerimi kendim körelttim. Fırsatları kendim kaçırdım. Onların suçu değil bu ama kendi beceriksizliğimi hatırlattıkları için uzak duruyorum onlardan. Üstelik sosyal medyadan "kıskana kıskana" izlemeye devam ediyorum. Bu konuda da yalnız değilsin Ayşeciğim. Yine de biraz gayret et derim sana. Daha gençsin. Hatta en verimli çağlarını yaşıyorsun. Sıradan olmak sana iyi gelmiyor. Bir yerden başlamalı ve kaybettiğin zamanı geri almalısın. Yapabildiğin en iyi şey ne ise oradan başla. Mesela yazılarını kitaplaştırmak...

    YanıtlaSil
  2. Sosyal medyanın garip bir etkisi var; bazen ben de sanki herkes çok iyi, çok şahane yaşıyor ve her şeye yetiyorlar da bir ben yetişemiyorum gibi hissediyorum. Herkes hesaplarında çok yoğun, çok keyifli, çok dolu dolu... Belki de o maskelerin ardını açıp bakmalıyız birbirimixe...

    YanıtlaSil
  3. ben de çorum'da yaşıyorum. yozgat'ta ya da kütahya'da. istanbul'da evden o kadar çıkmıyorum, o kadar kalabalıktan kaçıyorum ki, boşuna giden kiralara, aidatlara kahrolarak geçiyor ömrüm. sen bunları biliyorsun zaten sevgili Ayşe.
    ben de bir iç sıkıntımı anlatayım hepinize diye yazıyorum şimdi. bir sürü arkadaşım evlendi, çocuk yaptı, hepsine koştur koştur altın takmaya gittim. zorla kıyafetler giyerek, zorla rimel sürerek. son 4-5 yıldır artık düğüne çocuğa da gitmiyorum. evlenmedik, çocuk da yapmayacağım. boşa tek taraflı çabalar. sevmesinler, dedikodumu yapsınlar razıyım. geçen çarşamba, artık gitmezsem küsülecek bir sosyal ortama girmek zorunda kaldım. yıllardır görmediğim bir kadın, nerdeyse çığlık atarak, aaay seni tanımadım, noldu, iyi misin? bu halin ne?! dedi.
    yerin dibindeyken düşündüm.
    aman allahım! zaten kılığım hiç müsait değil. en sevdiğim yün pantolonum, en güzel yeşil kazağımla ortamın en pespayesiydim. daha mekana girerken yağmura yakalanmış, sağ paçam sökülmüş, paçam yerlerde sürünerek çamurlu suları çekmiş. kendimce yaptığım saçlarım berenin altında sünmüş. neyim var benim????
    meğer beyaz saçlarımdan söz ediyormuş. çok çökmüşüm, hasta falan mıymışım?!
    değilim dedim. saçlarım beyazladı, yüzüm de lekelendi, kırıştı. yaşlandım sadece. kadının saçları sarı boyalı, botoksu düzenli. keşke saçlarını yani bi şey yapsaydın dedi.
    ne cevaplar verirdim balya balya, böyle sokardım o lafları bi yerine, canına okur, döverdim sözlerimle! bütün laflar gece eve döndüğümde, uykum kaçınca aklıma geldi.
    paçayı elde kıvıramam. dikişim çok kötü. bir terziye götürene kadar taburenin üzerinde çamuruyla duracak.
    müslüm'e de gitmedim zaten. suşi de yemedim, yemem de. sinemada su 5,5 lira! yanımda götürebilirim ama reklamlar 35 dakika sürüyor zaten. zaten giysem de boyasız saçımla biriyle karşılaşırım falan aman!
    biz face hesabı olmayanlar! biz başkalarını gizli gizli izleyin kendini dövenler! kendimizi boşu boşuna yormayalım. biz birbirimizi biliyoruz. yalnızlığımız çok güzel.
    nüket

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nükhet hanım😍❤️😍❤️ Çok haklısınız. 😍

      Sil
  4. Isyan!
    Bayildim buna Ayse.

    YanıtlaSil
  5. ne güzel şimdi ne okusam diye düşünürken kendimi senin sayfanda bulup durmak.. okuduğum yazılarını tekrar tekrar okumak ve evet bence de gitme demek bu yazıda her defasında. Yelizler gitsin.

    YanıtlaSil
  6. Bu durumu bizim gibi yanlızlığını sevenler genellikle yaşıyor sanırım. 😍 Müslüm'e gitmeye niyetim yok, Ayla'ya da gitmemiştim zaten. Ama o Bergman filmlerini kıskanmadım dersem yalan olur Ayşe'm. Gerçi tam da seyrettiğim filmlerini seyretmişsin ama olsun. 😘 Onun bütün filmlerini alt yazılı olmak kaydı ile almak istiyorum inşallah.

    YanıtlaSil
  7. Sevgili Ayşe,
    Sabah blogları gezinirken senin bloğuna rastladım, ilk defa okuyorum. İlk olarak ilgimi çeken İran filmleri oldu. Ben de İran filmlerini çok sevdiğimden sayfanda takılı kalıp eski yazılarını okumaya başladım. Çorumda ne güzel bir insan yaşıyor diye düşündüm. Yurdun farklı köşelerinde ne güzel insanlar yaşıyor. Bazen çok yalnız hissediyoruz ama aslında tanısak ne kadar çok insan var bize benzeyen benzer duyguları paylaşan aynı şeylerden zevk alan. Teknolojiyi sevmiyorum ama işte benim de inkar edemeyeceğim bir sürü faydası var. Bloglar olmasa seni nasıl tanıyabilirdim, yazılarını okuyup içimde aynı anda hem bir sızı hem bir sevinç nasıl hissedebilirdim. Beni düşündürüyor yazıların ve derinliği var çünkü hissediyorum içinde derin bir insan var. Beni bu yorumu yazmaya iten ise katılamadığım Yeliz bakışın oldu. Belki Yeliz konusunda haklısın bilemiyorum ama ondan yola çıkarak sosyal medyayı Yeliz gibi kullanan herkesin kişisel acıları hüzünleri yalnızlıkları olmadığını düşünmen doğru gelmedi. Öncelikle sosyal medyadan face instagram v.b alanlar insanların gittikleri gezileri filmleri konserleri v.b etkinliklerini paylaştıkları alanlar olabilir. Orda hep gülen fotoğrafların olması hep güldüğümüz anlamına gelmiyor oysa ki. Acıyla başa çıkma yöntemlerimiz de farklı olabilir. Ben mesela yalnızlıklarımı korkularımı acılarımı yalnız yaşamayı seviyorum. Konuşarak veya yazarak paylaşamıyorum. Sosyal medyayı ise sanat ve gezi etkinliklerinin günlüğü gibi kullanıyorum.

    Sevgiyle kal kendine iyi bak yazmaya devam et....Aylin

    YanıtlaSil