29 Kasım 2017 Çarşamba

Kitap okudukça


Ona kitap okumak hakkında bir şeyler yazmak istedim ama yararlı olacağını sanmıyorum. Yaz tatillerinde köyde dişlerimi fırçalamak istemezdim, köydeki çocukların hiç biri fırçalamıyordu, dedem dişsiz ağzını açardı,  fırçalamazsan, benim gibi olursun derdi. Dişlerimin vücudumun bir parçası olduğunu hissettiğim bir zamanımda  alışkanlık haline getirdim fırçalamayı, dedemin örnek olmak isteyişi etkili olamamıştı.
 Oğluma okumazsan şöyle olursun, okursan böyle olursun demeyi dedemin ağzını açışına benzetiyorum. Merak etmedikçe, sormadıkça kitaplar hakkında konuşmak istemiyorum...
En çok hikaye kitaplarını sevdiğimi ,  hediye olarak hikaye kitabı aldığında annesinin çok mutlu olacağını bilir. Neden çok sevindiğimi düşünmüş müdür? Onun  iyi bir okur olmasını neden istediğimi düşünmüş müdür?
Vakti geldiğinde ona söylemek istediğim şeyleri not almak istedim...

*Kitap okuyarak başarabileceğin şeylerin başında; kendin olabilmek geliyor. Tüm çevren tek bir renk ile boyanmış olabilir, seni de  kendi renklerine boyamak isteyeceklerdir, ancak kitap okuyarak karşı çıkabilirsin..

*Kendi rengin ile farklı durabilme cesaretini, sabrını ancak kitap okuyarak kazanabilirsin.

* Kitap  , gerçek bir arkadaşın yerini tutamaz ama gerçek arkadaşı  kitap okuyarak ayırt edebilirsin...

*Yanlışa karşı, kitap okuyarak direnebilirsin, doğruların kitap okudukça sağlamlaşır.

*Kitap okudukça olgunlaşırsın, her şeyin değerini tartabilme özgürlüğüne kavuşursun...

* Kitap okudukça kendini bulma serüveninin hiç bitemeyeceğini anlarsın...

* Bir yetimi, bir hastayı, bir cüceyi, bir kendini beğenmişi, bir böceği, bir ülkeyi, bir nehri  , bir sihri, okuduğun için hissedebilirsin.

* Başka hayatlar içinde kendi hayatını ararsın, okurken mutlu olur, mutsuz olursun, sıkılır, bunalırsın...

* Değişime açık olursun, değiştiremeyecekleri kadar kapalı olabilirsin...

* Kitap okuyarak kendine ait olursun

*Kitap okuyarak kendini bilirsin

* Kitap okursan hayallerin olur

* Kitap okudukça yaşarsın

*Okudukça kendi hikayeni yazabilirsin

*Kitap okudukça çoğalırsın

*Kitap okudukça daha çok  sevebilmeye  hoş görebilmeye sahip olabilirsin

* Kitap okudukça anlarsın, anlaşılır kılarsın.

* Kitap okuyarak seçersin, her şeyi kabul etmezsin

* Kitap okumak ile bir şey olunmaz, ne kadar çok okursan  o kadar büyümezsin.

* Kitap okudukça küçülürsün.

*Kitap okudukça dünyan büyür.

*Kitap okudukça  evrende soluk bir mavi nokta olan dünyanın küçüklüğünü görürsün.

 *Kitap okudukça zenginleşirsin, okudukça fakirliğini görürsün

* Kitap okudukça yalnızlaşırsın.

* Kitap okudukça gerçek olanı ararsın.


Madde madde , alt alta ne kadar soğuk durdular.


 O kadar çok ki , en önemli madde ise bütün bunları ancak kitap okumayı alışkanlık haline getirdiğinde okumadan duramadığında anlayabileceği, hissedebileceği...O zaman gelinceye kadar hiç bir anlam ifade etmeyecektir...Bir gün gelecek kendi maddelerini açıklayacak, maddeleri çoğaltacak, başını kucağıma alıp, saçlarını okşayarak kendi maddelerimi açıklayacağım...
Bu maddeler benim okurken hissettiklerimdi, bir de son bir şey eklemek istiyorum, dün izlediğim bir filmde idealist kendini bilen bir öğretmen, öğrencilerine söylüyordu;

"...Her gün 24 saat, hayatımız boyunca, bazı güçler, ölene dek bizi aptallaştırmak için sürekli çalışacak, bu yüzden kendimizi savunmak ve bu saçmalığı beynimize sokma girişimleriyle mücadele etmek için hayal gücümüzü canlandıracak, vicdanımızı ve inanç sistemimizi geliştirecek tarzda okumayı öğrenmeliyiz. Zihnimizi savunmak ve korumak için okuma alışkanlığı kazanmalıyız."( Detachment)


23 Kasım 2017 Perşembe

Bir özür

Mektuplaştığım     arkadaşlarımdan özür dilemek için bu yazım. Çorum'a özel bir uygulama  olsa gerek iki yıldır gönderdiğim kargolarımın içine mektup koyamıyorum. Daha uygun diye ptt kargoyu kullanıyordum. Mektup ayrı kargo ayrı gitmek zorundaymış.  Örneğin mektuplarımın içine mutlaka bir kitap koyardım ama kitap ile mektup aynı kargoda gitmez diye mektuplarımı kitaplardan ayırıyorlar. Kitap gönderimin de kampanyalar var ama kitabın arasındaki bir sayfa yazıya müsaade edilmiyor, kitap göndereceğim dediğim zamanlar "kitaba bakabilir miyiz " diyerek sayfaları karıştırıyorlar, arasından çıkan notu ayırıyorlar. İki ayrı kargo ücreti ödemek zorunda kalıyorum ya da mektuplarım kitapsız, kitaplarım mektupsuz kalıyor. Kargolarıma mektup koymadan yollamak benim için çok zordu, görevlilere nasıl anlatabilirdim?
Bugün bir günlük defterini hastanedeki bir kıza , bir kutuyu da ( içinde boya kalemi vardı) yine başka bir çocuğa göndermek için PTT'ye gittim. Görevli kişi günlüğü aldı parmağını yalayarak sayfaları  açtı , içine koyduğum tek yaprak mektubu ayırdı, kutuyu açtı boyaların üstüne koyduğum tek yaprak notu ayırdı. Bunlar haberleşmeye girer ayrı gitmek zorundalar dedi.
Haklıdır, itiraz etmiyorum ama hediye gönderirken kuru kuruya bir paket göndermek ağırıma gidiyor, örneğin o tek sayfalık notta " bu günlüğü beğeneceğini umuyorum, ben çok beğendim, biliyorum ki sen çok güzel yazıyorsun, hastanede ne çok hikayelere tanık oluyorsun, gözlemliyorsun, kim bilir ne çok hikayeler biriktirdin, hepsini not etmeni bana göndermeni sabırsızlıkla bekliyorum... yazıyordu.
Boyaların içindeki notta ise şunlar vardı; sevgili....harika resimlerin için sana küçük bir hediye, umarım beğenirsin, ileride büyük bir ressam olacağına hiç kuşkum yok, bu boyalar ile yaptığın bir resmi bana da yollamanı çok isterim...( Bu satırlar bir sayfa tutuyordu, bir adet a4 sayfası , bazen yazacağımız şeyler çok oluyor iki , üç sayfayı  da bulduğu oluyordu )
  Görevli bu sayfaları iki yıldır aynı şekilde yaptığı  gibi özenle ayırdı, ayrı ayrı postalanacak, ayrı vakitlerde gidecekti anlamıştım ama bunlar ayrılmamalı diye yine direttim, ayrılırlarsa anlamsızlaşacaklardı, olmaz dedi, yönetmelik böyle.
O telaş ile saçma sapan bir şey yaptım.
Sıra vardı, daha fazla meşgul etmemek için tamam olur bildiğiniz yapın dedim, notlar için toplam yirmi beş lira gönderim parası ödedim, günlük ile kutuya param yetişmedi, elimde günlük ve kutuyla geri döndüm.   Notları daha ucuz olan pul ile yollayabilirdim ama süre uzayacaktı,  sırf notları yollamış olduğuma pişman oldum. Yarın ilk işim elimde kalanları yollamak olacak ama bu uygulamaya artık güç yetiştiremeyeceğim, arkadaşlarımdan , çocuklardan özür diliyorum.

21 Kasım 2017 Salı

Kitapçıda



Mutfak penceremden sokağa bakıyorum.

 Biraz önce cahilliğin yok olduğuna şahit oldum.Tek gözlü  bir kedi turuncu arabanın altında pusuya yatmıştı. Cahillik  bir sineğin vücudunda , her yere konuyordu. Tek gözlü kedi bir hamlede sineği yakaladı, yuttu.

Bu ilde özlemini gideremediğim bir şey vardı.
Kitapçıya girip kitaplar arasında kaybolmak ihtiyacı, nasıl anlatılır bilemiyorum.
Bölüm bölüm ayrılmış, raf raf sıralanmış kitapların  önünde uzun uzun durma, hepsini elime alıp evirip çevirme, kapaklarındaki resimlere dalıp arka kapaklarını okuma, rastgele bir sayfa açma, koklama, dokunma ihtiyacı...Elleyerek, dokunarak, koklayarak seçtiğim  kitap ile konuşma ihtiyacı; seni sevdim, bana iyi arkadaş olursun ama henüz vakti değil, en yakın zamanda alacağım, biraz beklemen lazım" diyerek hiç bir kitap almadan kitapçıyı terk etme ihtiyacı...
İlimiz için gerekli olan ne diye yaşayanlarına sormuşlar  nerdeyse herkes alışveriş merkezi diye cevap vermişti,  içinde bir kitapçının da olacağını öğrenince sevinmiştim.
Geçen sene şehrin  ilk alışveriş merkezi açılmadan önce bir  kırtasiyenin,  üst katında bir kaç raflık kitaplarına uğruyordum. Rafların büyük bir bölümü tasavvuf ve dini yayınlara ayrılmış gerisi çok satan aşklı romanlardı. Ve bir kaç tane dünya klasiklerinin  özetleri...Bazen , kendimi çok yalnız hissettiğim zamanlarımda çaresizlikten bu kırtasiyenin üst katına çıkmak zorunda kalırdım. "Ne istiyordun abla" derlerdi, kadın ya da erkek görevliler. Kitaplara bakacağım diyerek üst kata çıkarım, hemen arkamdan üst kata çıkarlardı. Ne aramıştınız yardımcı olayım derlerdi. Hiç diye cevaplardım, sadece bakıyorum. Hoşuna gitmezdi, cevabım, kollarını bağlar tek ayağının üstüne abanarak beni izlerdi. Hiç kimse olmazdı üst katta,ne aradığını bilmeyen müşteri ile çok acelesi olan görevliden başka. Elimi uzattığım her kitabı dikizler,  her yöneldiğim yere yönelir, nefesini ensemde hissetmemi isterdi. Hiç bir şey almadan çıkıp gitmiş iken bir kez daha aynı şekilde kırtasiyesine uğrarsam bu kadın benim için geliyor diye de düşünür mü diye çekinirdim.
"... ilimiz için bir projem var" adlı belediyenin her sene düzenlediği bir organizasyonu olduğunu duyunca aklıma bu ihtiyacım geldi. Bu ilin her sokağında bir kaç tane kıraathane  bulunur, sadece erkeklerin günün her saati hınca hıç doldurduğu mekanlardır, kadınların " günleri" vardır. Bu ilin iki senelik sakini olarak ben de bu ilin yaşayanlarındanım ama  kadınların sosyal aktivitesi " günlerine" hiç davet edilmedim ( oysa çok istedim bir güne katılmayı,  peşe takılmış yedekten değil  günün asilden üyesi olabilmeyi çok istedim, uğruna yazı da yazdım ama başarılı olamadım, hiç çağrılmadım)
Benim bu il için bencilce kişisel isteğim, her mahalleye küçükte olsa kapalı sıcak bir mekan açılması  içinde bir kaç masa duvarında kitapların olması... Her çeşit renk renk kitaplar, benim gibi yalnızlık çeken kadınların termoslarına çay, kahve doldurup   evden çıkabilmesi... Hiç bir  kimsenin , görüşün,egemenliğinin hissedilmediği küçük mekanın nasıl kitaplarla dolacağının nasıl işletileceğinin fizibilitesini de çıkarabilirim. Hiç zor değil. Zor olan cahillikti ama işte biraz önce
tek gözlü bir kedi kurtardı tüm insanlığı. Çekindiğim herkesin gözünün içine bakabilirim artık, maalesef artık bir kedinin bağırsaklarındasın, bir ölüsün diyebilirim...Bu cesaretle yazabildim...



17 Kasım 2017 Cuma

Bozkırın Kışı

Evime güneş sadece ikindi vakti mutfak penceresinden uğruyor. İkindi vaktini bekliyorum, çayımı kahvemi içerek, sıcacık, umutlu yazılar yazmak için.. Penceremin önünde ikindi güneşi ile bardağımdakini yudumlarken sokağıma bakarım. Tek tük ağaçlarında kırmızı turuncu sarılar, iki üç katlı evleri ile daracık sessiz bir sokak.  Toroslarının arkasında sebze meyve satanlar , eskiciler, kalaycılar, overlokçular sokağın sessizliğini bozar.
"Gastamonu sarımsaa geldi", "Eskiyleri alak", "Kalayycıaaa" diye samimi içten seslerin yanı sıra "Hanımların dikkatine ...diye başlayan sizli bizli aynı metinli teypten yapmacıklı sesler sokağımdan geçer.  Reno 11 ler ile Toroslar en çok görünen arabalardır, renk renk, her rengi samimi, sıcacık...
                                       
Yazı için uygun kıvama gelmiştim.
İkindi güneşi ile penceremde güneşlenip sokağımdaki sıcak renklere, seslere dalmış   kahvemi yudumlarken , ellerinde kocaman bıçaklarıyla iki kadın arkalarında  bir çocuk penceremde beliriverdi. Uzaktan gelişlerini görmüştüm. Kadınlardan biri yaşlı biri gençti. Ellerindeki bıçaklar çok büyüktü, kurban kesmeye gelmişler gibi. Eski evler tek tek boşaltılıyordu, taşınanlardan biri  çekyatını sokak kenarına bırakıp gitmişti. Şimdi  kadınlar bu çekyatın başındalar. Etrafında bir tur döndüler. Genç kadın dizleri üzerine çöktü, elindeki bıçağı çekyata sapladı.  Yaşlı kadın bıçağı ile    dönmeye devam ediyordu, nerden başlayacağında karasızdı. Çocuk dört beş yaşlarında bir oğlandı, kadınlardan biri annesi diğeri  de büyükannesi olmalıydı,  oyun uydurmuş hoplayıp zıplıyordu. Kadınlar,  kurban derisi yüzer gibi çekyatı kumaşından, süngerinden ayırdılar. 
Çekyatın iskeletine ulaşınca genç kadın koparabildiği kadar tahta kopardı, kopardıklarını kucaklayıp arkasında zıplayan oğlu ile uzaklaştı. Yaşlı kadın çekyatı terk edemiyor,  bir sağına bir soluna geçerek kurbanını tartıyordu. Çekyatın başında durup uzun uzun bakındıktan sonra bıçağını eteğinin beline soktu, iskeleti tuttu kaldırdı, sırtına vurdu. Çekyatın bir ucu  sokağa sürtüyordu. Can verirken son bir böğürme gibi, son bir ayak direr gibi ses çıkmaya başladı. Çekyat iskeleti yaşlı kadının sırtında sokağı inlete inlete uzaklaşırken bardağımdaki kahve soğudu, renkler , sesler soğudu. 
Bozkıra kış geliyordu. Bozkırın kışı nasıl olur, bilen var mıydı?
Bozkırın kışını en iyi bu kadınlar bilirdi.  Ben de bozkırda yaşarım ama bu kadınların tecrübesi karşısında çok cahil kalırım.  Şu peşleri sıra zıplayan küçük oğlan çocuğu gibi kalırdım, kış bana oyun gibi gelir.  



Küçük not:  Arkadaşım bir mektup atmış oralara kış geldi mi diye soruyordu, mektubunun sonunda da Turgut Uyar'ın " Acıyor" şiirini yollamıştı; "keşke sana bu kadar acılı şiirler göndermesem. insan arkadaşına böyle kederli şeyler göndermez " diyordu. Arkadaşıma sıcacık bir cevap yazabilmek için ikindi güneşini beklemiş, penceremin önüne geçmiştim. Bu kadınlar gelmeseydi, bozkırın kışını bildiğim gibi yazacaktım, sıcacık bir mektup olacaktı.  Bu kadınların kışı , davetsiz misafir gibi giriverdi, mektubuma.
İnleten, bıçak gibi keskin bir acıydı, kış.
Özür diledim arkadaşımdan , insan arkadaşına böyle  kışlar göndermemeliydi.






15 Kasım 2017 Çarşamba

Köy Öğretmeni

Çok uzaklarda bir köyümüz var. Kış gelmeden son bir kez  daha hafta sonu gidip geldik. Kurumuş domates biber salatalıkları söktük, toprağı belledik.
Soba kurduk ( soba kurmak için tam bir günümüzü harcadık, görüntülü telefon ile annemden yardım aldık , yamuk dursa da borular , yeter  , kuruldu dedik).
Sobayı yakmakta da acemiydik, dumana boğulduk, zehirlenmemek için kapı pencereleri açık tuttuk.
Soba başında ders çalışan oğluma hadi bizimle toprağı kaz dedim, olmaz dedi çok ödevi varmış. Sınav haftasıymış, beş tane yazılısı varmış. Yağmur yağıyor, toprak yumuşacık kolay belleniyor.
Kazdığım yerlere bakıyorum solucanlar oynaşıyor. Ellerim su topluyor, kazmayı bırakıp , toprağa oturuyorum. Nefes alıp veriyorum, nefesimin gerçekliğini hissediyorum. İnandığım şeyler listemin başında toprak var diye  üzerinde oturduğum toprak ile konuşuyorum.   Benim için gerçeksin ve gereklisin diyorum toprağa , cömert, sessiz, sadık ve güvenilir bir dostsun.
Tüm gün okul onun bütün el becerilerini aldı, isteğini, heyecanını, merakını da aldı götürdü.
İnanmadıklarımın başında okul var. İnandığım gibi yaşayabilme hayalim var, hayalimi köye yerleşerek gerçekleştirmeye başlayacağım.

Gün battı, hava soğudu. Sobamızı tüttüre tüttüre yakmaya çalıştık, başında oturduk, hayal kurmaya başladık. Köyde yaşıyoruz, şehirde değil.
Test  kitaplarından başını kaldırıyor, köyde yaşamayı isterim diyor,  köy öğretmeni olmayı isterdim derken özgür bir tercih yapabildiğini hissetmiş olmalı ki gözlerinden kendine güven okunuyordu.
Öğretmenlerini hayatından tamamen çıkarmak hayalim var iken öğretmen olmak istemesine şaşırdım.
Hayallerini yanamayan soba başında canlandırdık. Tüten dumanlar içinde bir köy öğretmeni görüyoruz, bu genç adamın  
on bir yaşında iken köy öğretmeni olma hayalleri varmış, hep güldürdüğü çocukları varmış, sınıfında sadece çocuklar değil   kediler köpekler de  olacakmış  ( bir de eşek olsun diye ısrar ettim bahçede durması koşuluyla kabul etti) .
Soba yanmadı, dumandan isten kap kara olduk.
Şehre döndüğümde ilk işim  "Hayat türküsü "adlı diziyi aramak oldu.
Hayat isimli bir genç kız Van'ın bir köyünde öğretmenlik yapıyordu, köy çocukları,köy şartları köy hayatı öyle gerçek öyle doğaldı ki ...
Şimdi bir haftadır bu diziyi izliyoruz,  Hayat öğretmeni, Vanlı öğrencileri gözlerini kırpmadan  izlerken sanki geleceğini yaşıyormuş gibi onların içindeymiş gibi heyecanlanıyor...
https://www.trt1.com.tr/arsiv/hayat-turkusu/bolum/1-bolum


İçinde, köy öğretmeni olan, tüm zorlu şartlara rağmen çocukları seven, mesleğini seven, güler yüzlü bir öğretmeni olan dizi biliyorsanız , söyler misiniz, izlemeyi çok isteyecektir.




14 Kasım 2017 Salı

Yirmi yıl önceden gelen liste

Kütüphanemin tozunu alırken en üstteki raflardan küçük bir not kağıdı yere düştü. Sararmış bir kağıt parçasıydı, üniversite kitaplarımın arasından çıkmış, yere düşmeden önce oturma odamın boşluğunda uçmuştu. Elimdeki toz bezini bırakmadan, olduğum yere çöktüm. Yirmi yıl öncesinde bir liste yapmışım; " inandıklarım, inanmadıklarım" diye.  Kurşun kalem ile önce inanmadıklarımı yazmışım, sonra inandıklarımı. En sonunda kurşun kalemi bastıra bastıra " inandığım gibi yaşamak istiyorum" yazmışım.
Sararmış bu küçük not kağıdı birinci sınıf  siyaset bilimine giriş kitabı arasından çıkmıştı, listenin en başında siyasete inanmıyorum vardı,  şampuana inanmıyorum ikinci maddeydi. İnandıklarımın başında " yalnızlık"ı görünce şaşırdım.  Sabahları beş yüz kişilik bir sınıfta  ders işliyor akşamları onlarca kız ile kız öğrenci yurdunda kalıyor iken yalnızlığı sevebilmiş, inanabilmiş olmama hayret ettim.
(Yalnızlık tercih ettiğim bir şey değildi ama   en yakın arkadaşım gibi beni terk etmiyordu.   Bu geçmişi eskilere dayanan bir arkadaşlık. Çocukluğumda aklım başımda değil iken bir ant içmiş olmalıyım, yalnızlık ile karşılıklı kanlarımızı akıtmış olmalıyız, birbirimizin akan kanlarını emerek ayrılmayacağımıza dair yemin etmiş olmalıyız. Ben yalnızlıktan kurtulmak için elimden geleni ardıma koymadım ama o yeminine sonuna kadar sadık olan taraftı, bunu her yaşımda her anımda hissettirdi.)
Hatırlıyorum,
inandığım gibi yaşayabilmem için önce inandığım şeylerin gerçekliğine, gerekliliğine  kendimi inandırmam gerekiyordu.
İnandığım gibi yaşamaya ilk saçlarımdan başlamıştım, şampuan gerçek ve gerekli değildi, sobanın külünden yaptığım sabun gerçekti. Gerçek ile buluşan saçlarım kazık gibi sert,  mat,yapış yapıştı. İpek gibi dalgalanan, ışıl ışıl saçlar yalancıydı.
 Çeşit çeşit yiyecekler ,en çok da renkli, katlı , kremalı çikolatalı pastalar, gerçekler ile buluşmama engeldi. Çünkü çeşit çeşit renk renk kat kat midemi doldurmam gerekli değildi, yalandı. Oruç tutmaya başladım,  günde tek bir öğün , bir su bir çorbaya ihtiyaç duydum. İhtiyaç duyduğum şeyler boş mide ile farklılaştı. Arkadaşlarım ile pastanede, kahvecide buluşamadım.
Pastanede buluşulan arkadaşlığın da gerekli ve gerçek olmadığını fark ettim.
İkinci paltonun gerekliliğine, manikür, bürokrasi, bir masa başına,   sahip olmaya, kredinin  gerçekliğine  , gerekliliğine kendimi inandıramadım.
Gerekli olanlar ile gerekli olmayanları, gerçek ile yalanları ayırt edip yaşamaya başlayınca yalnızlık kaçınılmaz bir zorunluluktu. Utanmama, umarsamama, cesaret, güç gerektiren bu inandığın gibi yaşamak meselesini gençliğimde başarabilmişim. Herkesin gözünde bir böceğe dönüştüğümü görebiliyorken inandığım şeylere sarılmaya devam etmek güç gelmiyordu.
Şimdi yirmi yıl sonra Çorum da düşünüyorum. İnsan ilişkilerinin gerçek olamadığına inanıyorum ,"hayvan, bitki, toprak vs.." ilişkisinin gerçekliğine inanıyorum. İnsanlar ile  sarsılmaz , yıkılmaz güvenli bir ilişki  mümkün değil iken  (istekler, vaatler, beklentiler, sözler, bakışlar, layklar, anlamlar denizinde yüzerken) yine herkesin içinde oluşumda bir yalancılık vardı.
Şehir hayatının trafiğin, okulun gerekli ve gerçek olmadığını kesinlikle anlamış iken şehirde yaşıyor , oğlumu okula gönderiyor oluşumda , yalancı bir hayat yaşadığıma inanıyorum.
İnanmadığım şeyleri yaşamak zorunluluğuna beni iten kimdi?
Kendimdi.
Toz bezini bırakıp elime kalem almalıyım, bastıra bastıra yazmalıyım. İnandığım gibi yaşamak istiyorum. Köyüme gitmek, hayvanlar, bitkiler, toprak ile gerçekten yaşamak istiyorum.





7 Kasım 2017 Salı

Alacahöyük'te

Hitit yolunda bisiklet sürmeye çalışıyor, oysa Bostancı sahil yolunda öğrenmişti, arkadaki denge tekerleklerini sökmüş, atmıştım.  Unutulması mümkün olmayan şeylerden biri değilmiş diyerek arkalarından bakıyorum.

Burası Alacahöyük, Şapinuva ile Hattuşa arasında .  400  kilometreye yayılmış bu  tarihi yerleri bisiklet sürerek gezmek istedim.  Bana bisiklet sürmeyi öğreteceklerdi Alacahöyük'te. Biliyorum diyenlerin arkasından, sıramın çabuk gelmeyeceğini anlayarak, akşama ne yemek yapmalı diye düşünüyorum.
Pilav tenceremin tuzla buz olan kapağı aklıma geldi, ne güzel tencereydi evdeki başka hiç bir kapağı uyduramadım üstüne,  pilav yapamayacağımın sıkıntısını hissedince derin bir Alacahöyük havası çektim. Dışarıda yemeğe gitme düşüncesi  hemen aklıma üç ile  çarpma , toplama, sonuca bakıp vazgeçmeyi yıllardır getiriyordu, ne zaman kaybolacaktı. Yine derin bir Alacahöyük havası.
Hava kararmadan müzeyi ziyaret etmek istedik, müze kartımız izin verecek mi, bu kaçıncı gelişimiz ,Çorum da en mutlu olduğumuz yer müzeler.



Bozkırın ortasında bir kraliçe yatıyor.
Başında altın tacı ile. 
Mezarına eğilip dikkatlice bakıyorum,  ince kemiklerini sayıyorum, değerli eşyalarını inceliyorum. Mezarı başındaki kurbanlarının  iri kafataslarını  sayıyorum, bir iki üç dört...Dümdüz boş bozkırda yeniden onun ülkesini yaratıyorum, acıktığımdan mı nedir, en çok zengin ziyafetleri canlandırıyorum, çeşit çeşit yemekler, hesap kitap yapmadan,  demliğinde en sevdiği içeceği hazırlıyor, ellerine uzatıyorum.

Mezarın başında hışırdayan ağaçlara bakıyorum.



Bir küçücük yuva sallanıyor ağacın en üst dallarında. Koskoca imparatorluğun hazineleri arasında , onlarca kral ve kraliçe üstünde uçuyor, küçücük yuvasına konuyor. Kraliçem , duyuyor musunuz şu küçük kuşun sesini, hışırdayan dalları, görebiliyor musunuz  batmakta olan bozkır güneşini...
Kurbanlar, savaşlar, altınlar içinde yaşarken duyabiliyor muydu kuş sesini, ağaçların hışırtısını, görebiliyor muydu bozkır güneşini.
Unutulması mümkün olmayan bir imparatorluğun unutulmuş bir kraliçesi ile bozkır ortasında beraberliğimiz son bulup

vedalaşırken yine derin bir Alacahöyük havası çektim. Bisiklet sürmek için sıra bekleyen özgür zamanlarımın varlığından   birden bire mutlu oldum.  Pilav tencereme kapak aramalıyım, bulamazsam yenisini almalıyım gibi  radikal bir karar alacak kadar cesaretlenerek müzeden ayrıldım.
Müzenin çıkışındaki sarı tabelalar. 






2 Kasım 2017 Perşembe

2- 8 Kasım arası

                             





                                                  Lösemili Çocuklar  Haftası




1 Kasım 2017 Çarşamba

İş başvurusu

Hayat kelimesini en çok ananemden duymuşumdur, bir tek onun evinde hayat vardı. "Hayatın kapısını kapat" derdi en çok. Dışarıda oynamak için hayatın kapısını açardım.
"Hayatın kapısını açık bırakma, içeri soğuk giriyor" diye arkamdan bağırırdı.
Bulaşık makinasını dolduruyor, boşaltıyorum, dolap kapaklarını açıyor, kapıyorum. Soğanları öldürüyor, bu iç bu biberleri doldurur mu diye hesap yapıyorum. Çorapları kokluyorum. Yeşili gitmiş yapraklarını kopartırken "üzülme" diyorum. Güler yüzlü çerçevelerimin tozunu alırken gülümsüyorum. Tozu çekmeyen süpürgenin sorununu düşünüyorum, dolmuş süpürge haznesinde, kaybettiğim küçük  şeyleri hatırlıyorum. Buzdolabından  çıkmış bir yumurtayı oda sıcaklığına getirmeye çalışıyorum.
Aynı penceremden bakarken farklı manzaralar umuyorum.
Perdeleri çekiyorum. Kedim uyuyor diye çamaşır makinasını çalıştırmıyorum, kedi horultusunu dinlerken karnımda kelebekler uçuyorun ne demek olduğunu anlıyorum. Yüzde yüz kabarmaz kekim , yüzde yüz tutacak tariflerim yoktur.  Yumurta kırıyorum , boş kabuklar hüzün veriyor , hüzünleri saksı dibine gömüyorum, gübre oluyor, yeşilleniyor,  oksijen veriyor. Kirleniyor, temizliyorum, kirleniyor, temizliyorum, katlıyor, kaldırıyorum, katlıyor, kaldırıyorum, sıra sıra üst üste koyuyorum, örtüyorum, silkeliyorum , çırpıyorum, düzeltiyorum, ovuyorum, yıkıyorum, kurutuyorum, pişiriyorum, mayalıyorum. Bazen evimin içindeki hayat bencil arkadaş oluyor, hep o konuşuyor. Bazen kendimi unutulmuş hissediyorum, buzdolabındaki yarım limon gibi. Kendimi dışarı çıkaracak birini arıyorum, vitamini kaybolmuştur derler, beni istemezler diye çekiniyorum. Cesaretimi toplayıp  işe yarar olduğumu göstermek istediğim bir gün, kapımı açıyorum,
son iş başvurumun yetkili kişisi koyu gri takım giymiş," sizin gibi binlercesi var " diyor, üstelik hepsi genç,teşekkür ederek dışarı çıkıyorum. Etrafıma bakıyorum,  her yer koyu gri, hızla akan trafikte rengi modeli seçilemeyen binlerce aracın geçtiği bir yerdeyim,  binlerce araçtan biri oluyorum, binlerceyim. İçim sıkışıyor bir an önce biricik olma ihtiyacı hissediyorum. Evimi aklıma getiriyorum.  Evimin kapısını açıyorum. Gençleşiyor, biricikleşiyorum.

Ananem sesleniyor arkamdan "hayatın kapısını açık bırakma"...
Kapatıyorum.