Annem dün köyde misafir ağırlamış, telefondan beri kızıyorum, corona zamanında sen böyle yapmazdın. Almanya'dan Ahmet geldi, halamı göreceğim diye tutturmuş, yeni karısına ayıp olmasın diye çağırmak zorunda kaldım, dedi.
İçeri almadım bahçede uzak uzak oturduk dedi. Annem, yeğeni ve yeğeninin yeni eşi ile beraber uzak oturdukları fotoğraflarını attı. Yapmaya üşendiği ne varsa yeğeni için yapıvermiş. (Kömürlüğe kilitlediği semaveri bulup çıkarmış) . Telefonumdaki fotoğrafa , kuzenimin yeni eşine uzun uzun bakıyorum, tırnaklarındaki ojenin saçlarındaki boyanın rengine , şortuna, bluzuna, ince kolundaki boncuklarına, boynundaki fulara... Bu zarif , kibar görünüşlü hanımda Alev'i hatırlatacak küçük bir şey , iz arıyorum. Bulamıyorum, çünkü Alev https://ayseninkozasi.blogspot.com/2015/12/alev-husniye.html öleli beş sene olmuştu.
Semaveri yediveren gülünün dibine kurmuşlar. Bir kaç sene öncesine kadar bu gülün adı Alev'in gülüydü, Alev kendi köyünden gül fidesi getirmiş fotoğraftaki bu taşlık yere dikmişti. O zaman tutmaz demiştik gül fidanına..
Fotoğraftaki herkes mutluydu, kuzenim ve eşinin huzurlu gülüşleri fotoğrafı aşıp yanıma gelecek kadardı. Bu mutluluğu cömert bir ev sahibi gibi ağırlayamıyorum, gitsinler, gözlerim görmesin diye hınçlanıyorum.
Kuzenimin ilk eşi Alev'i pek tanımazdım oysa, Almanya 'da yaşıyorlardı bazı yazlar görüşürdük, büyük halalarını ziyaretine geldiklerinde . Öyle semaver yakacak kadar hiç muhabbetimiz olamamıştı ki. Alev ne kadar canlı kanlı bir kadın ise kuzenim o kadar sessiz sözsüz somurtkan bir şeydi...
Alev ile yirmi sene öncesinden bir on beş tatilinde birlikteliğimiz olmuştu. Üniversite sınavı için hazırlıkta çok bunalınca ailem köye ananenemin yanına yollamıştı. O sıra Almanyadaki kuzenimi uzak bir köyden Hüsniye adlı bir kız ile görücü usulu evlendirmişler, damat ile ailesi düğünden hemen sonra Almanya'ya gitmişler, kızı da vize işlemleri bitene kadar ananemin yanına bırakmışlar. Birbirlerini doğru dürüst düğün günü görebilmiş iken, Hüsniye kocasına deli gibi aşık olacak kuzenim ise yıllarca sürecek bir somurtkanlığa sessizliğe girecekti...
Köyünde ona Hüsniye demezler, ateş topu gibi bir kız olduğundan mı ne Alev diye çağırırlarmış...Mavi gözleri kıpkırmızı yanakları dudakları vardı, ancak laz kızları böyle güzel olabilir derdi ananem. Hop oturup hop kalkıyor, her şeye gülüyor, gülerken dizlerine vuruyor, laf anlatırken omuzlarımı dürtüyor diye için için kınıyordum onu. Ben dünyanın en büyük ağırlığını, üniversite sınavını sırtlanmış iken onun bu konulara cahilliği, evdeki her işi kabullenip büyük bir zevkle yapışı , aklı ve kalbi bir tek, hiç tanımadığı Almanya'daki kocasında iken, hiç bir ortak yanımız yoktu.
Her güne büyük bir heyecanla ocağın başına sofra kurarak başlıyor, sofradaki her şeyi büyük bir iştahla yer, aynı iştahla ev temizliği yapardı. Kış dizlere kadar yağmış dışarının tüm işlerini tek başına yaptıktan sonra yine de karda oynamak isterdi , ocağın başında test çözen bana sataşır, gizlice sırtıma kar atar ,gülerek dışarı kaçardı...Beni de dışarı çekmek için kara yatar yuvarlanır bu halini gören ananem üzülür ; bu kız orada da böyle yaparsa hemen postalarlar derdi, her fırsatta yengemin ev düzenini disiplinini hatırlatırdı...Ananem ona uzaklara bakar gibi bakardı, onun yaptığı soytarılılıklara benim gibi gülemez, görünmeyen şeyleri görür gibi gözleri yaşarırdı. Alevi bir tek ananem sevmiş olmalı ki şimdi ikisi de yan yana yatıyorlar....
Evin içinde bile yazmasını sakın kulak ardı bağlamasın diye tembihte bulunuyor kayınvalidesi, bahçeye çıkarken pardösü giymek zor gelirse mutlaka üstüne yelek giysin diye uyarı üzerine uyarı yapıyor Almanya'dan beri... Gelinini bir eşya gibi seçmiş almıştı yengem, hep birlikte aynı evin içinde kendi kurallarına göre yaşamaya mecbur edecekti. Telefonlarda hep kayın validesi ile konuşuyor kocası ile hiç konuşamamış Alev her fırsatta beni sık boğaz ediyor,
ocak başında ben kitap okurken kulak ardı ettiği yazmasının ucunu bükerek yanıma geliyor, evlenince de kitap okuyacak mıymışım, ya eşim izin vermezse çalışmama, hayalimdeki eşimi anlatsaymışım...Başımı kitaptan kaldırmadan yarım ağızla gülerdim. Sanki ben de ona sormuşum gibi kendi sorduklarına kendi cevap verirdi, ben hayallerime kavuştum derdi, ben evlendim...Durup durup kuzenimi sorardı, nasıl biriydi, hangi yemekleri severdi, neyi sevmez, neye kızardı? Bilmiyorum dedikçe birazcık susar sonra yine başlardı; hangi rengi sever, acıyı mı tatlıyı mı severdi?
Yıllar geçtikçe kocasının hangi rengi, acıyı mı tatlıyı mı sevdiğini konuşarak değil de yaşayarak öğrenmiş olmalıydı Alev. Aldatmayan , dövmeyen, evinin geçimini sağlayan ama konuşmayan, ilgisiz, umursamaz ve hiç değişmeyecek bir kocası olduğunu öğrendi.
Yıllar sonra bir gül fidanı elinde bahçemizin taşını kazarken, artık dünyanın tüm nimetlerine kavuşmuş çok zengin bir kadındı. Herkes onu parmak ile gösteriyordu.
Öldüğü yıl, onu son gördüğümüz yaz tatilinde bizi ziyaret ettiğinde diktiği gülün nasıl açtığını göstermiştik, şaşırmıştı. Güle yaklaştı, yüzünün eski rengi kaybolalı uzun yıllar olmuştu , soluk yanaklarını yedişer yedişer açan tüm güllere değdirdi, demek ki taşın içinde bir gül yaşayabilirmiş, demişti. Herkesin ilgisinin dağıldığı bir anda yanıma gelip, taş gibi insanların içinde de gül biter mi, belki de umursamadan, sevilmeden de yaşanabilir diye konuşmaya başladığında kocası bağırdı;" annem çağırıyor, hadi gidiyoruz"...
Şimdi telefonumdaki, Alev'in güllerinin dibinde oturmuş mutlu çiftin fotoğraflarına bakarak yazıyorum ,
Sevmeden, sevilmeden yaşanmazmış Alev, sen yoksun,
eşin yaşıyor...
Alev için yazdığım ilk yazı https://ayseninkozasi.blogspot.com/2015/12/alev-husniye.html
Ne acıklı bir öykü. Zavallı Alev neden öldü? Çocuğu var mıydı? Ruhsuz kocası madem sevmiyordu neden evlenmişti onunla?
YanıtlaSilAlev trafik kazasında vefat etti diye hatırlıyorum önceki yazıdan. Çok dokunaklı bir hikayeydi.
Silçok duygulandımm..sevgisiz evlilikler ne kötü
YanıtlaSilne güzel anlatmışsın Ayşe. Kahrolsun sevgisiz sözsüz adamlar.
YanıtlaSil