6 Ağustos 2018 Pazartesi

Çıraklık


Yaz tatilini çalışıp para kazanarak geçirmek istedi.  Bol bol oynasın, yüzsün, kitap okusun, dinlensin istiyordum, bu yaşta çalışma hayatını tanımasına lüzum yoktu. Babası olur dedi, ben çok daha küçüktüm para kazanmaya başladığımda dedi. Çalışma hayatını tanıması faydalı olacaktır derken çoktan valizini hazırlamaya başlamıştı. İstanbul'a gidiyordu, otuz yıl evvel babasının da çalıştığı mısır çarşısındaki o büfeye...
O büfeyi ben de tanırım.  Üniversitede  okurken babamın yolladığı parayı almak için Beyazıt kampüsünden çıkardım, yokuş aşağı inerdim, kapalı çarşı yeşil direk, tahta kale, büyük postaneden sonra sıkı sıkı yapışırdım çantama. Mısır çarşının oralara gelince hep karnım acıkırdı. Küçük masaları olan o büfede küçük bir para ile karın doyardı. Onu ilk kez bu büfede görmüştüm, mavi önlüklüydü, bankalar caddesine yetişeceksin diyen patronun elindeki kocaman poşeti sırtlayıp koşarak çıkıyordu, ekmek aramı ısırırken  arkasından bakardım, koşa koşa Haliç'i geçmek kolay mıydı? Sonra mavi önlüklü çırağın bizim üst sınıflarda okuduğunu benim gibi para yollayan bir babası olmadığı için hep çalışmak zorunda kaldığını öğrenmiştim.  Şimdi oğlumuz aynı büfede çalışmaya gidiyordu. Kazandığı para ile en düşüğünden bir ayfon alma arzusu vardı.

Açıkçası işe bir kaç günden fazla devam edemeyeceğini sanıyordum, sabahın köründe  kalkamaz, mısır çarşısının yoğunluğuna dayanamaz, siparişleri aklında tutamaz, tozları iyi alamaz , anne ben işten ayrıldım der diye umuyordum. Ama  Ayfon aşkını iyi kestirememişim . Düşündüğüm gibi olmadı.  Hiç kimse ona ayfon almazdı, ne annesi ne  babası , bir kendisi alabilirdi, bunu farkındaydı.
Sabahın altısında Eminönü, doğmamış bir bebek gibi . Yeni cami, çiçek pazarı, mısır çarşısı...Bu küçük dükkanın önünden biraz sonra büyük kalabalıklar geçecek . Birazdan herkesin karnı acıkacak, ekmek arası döner siparişi verecekler, mısır çarşısının her bir kapısından geçecek, siparişleri teslim edecek, çiçek pazarı kapısı, yeni cami kapısı, bahçe kapısı, tahta kale kapısı, balık pazarı kapısı, hasırcılar kapısı...Ne çok insan görecek. En hesaplısından karınlarını doyurmaya gelenleri görecek. Bu dükkana gelenler hiç bahşiş vermezken, çok şey isteyecekler, çok sorgulayacak, çay ikramı var mıydı, yarım ekmek arası tavuk ve ayran,  ayran bim de 50 kuruş sizde niye bir lira diyeceklerdi, hepsini memnun etmeye çalışacaktı.
 Oğlum bu masayı ne biçim silmişsin bir daha sil dediklerinde aklına hemen ayfon gelecek, daha iyi silmek için uğraşacaktı.
Sipariş götürürken gözü  en çok lokumculara takılacaktı, güllüsü, kaymaklısı, çikolatalısı...
Kapı önünde " harika döner" diye başı önünde sessizce müşteri çağıracak,  ilk önce bu çağırma işinden çok utanacak zamanla açılacak, sesine Tahtakale esnafı ayarı verecek buyruuun efeniiim harikaaa dönerrrrr " diye yoldan geçenin aklını çelecek, buyrun üst katımızda salon var derken elini kolunu da sesine ortak edecekti.  Yoğun iş ortamında bana telefon açacak vakit bulamayacak, eve vardığında yorgunluktan yemeğini zor yiyecek kendini hemen yatağa atacaktı.
Urfa'dan çalışmaya gelen çocukları tanıtacaktı bir gün telefonda, çok acıklı şeyler anlatıyorlar, içim parçalanıyor diyecekti.

Otuz  günden fazlasına müsaade edemedim, arkadaşları bu sene girecekleri büyük sınav için harıl harıl test çözüyorlar, özel dersler alıyorlardı, kitap yüzü açamamış, çok geri kalmıştı.
 Otuz gün sonra yanıma geldiğinde anlatacak ne çok şeyi vardı, esnafları, garsonları, patronları, harika tavuk döneri, yeni camiyi, baharatları, lokumları,  kazandıkları tüm parayı memleketlerinde bekleyen babalarına annelerine yollayan Urfalı çocukları...
Harika döner diye bağırmak, masa silmek, bir yarım bir ayran çek diye sipariş almak kolay ve  zevkliydi de, bunun için coğrafya, tarih, okumaya koordinat sisteminden x, y  doğrusunu bulmaya gerek yoktu. Ama sabahın ilk ışıklarından akşama kadar  bütün gücü ile çalışması ona istediği parayı kazandıramamıştı. Haftalıklarına bakarak neden böyle oldu diye vahsındı. Çalıştığı günlerde öyle yoruluyormuş ki eve geldiğinde bilgisayar oyunu bile oynamaya, yemek yemeye bile hali kalmıyormuş. Bu tecrübesi ile beden gücü ile çalışmanın nasıl zor bir şey olduğunu anlamış, mühendis doktor akademisyen olmaya heves eder sanıyordum. Ama o sorgulamaya başladı, neden  çıraklar bu kadar az para alıyor, bu para ile nasıl geçiniyorlar, çıraklık neden önemsenmiyor?...


İlk parası ile bize hediye de almış, kitap sırf benim için parfümü baba ile ortak kullanacağız, sipariş götürdüğü bir parfümcü en iyi testerini uyguna vermiş.
 En düşük modeli için tüm haftalıklarının üzerine iki katı daha para gerektiğini görünce telefoncudan kaçmak istedi.  Şimdi  ayfon sahibi ama ayfon  mayfon  umurunda değil, emeğin para etmediğinin şokunda...


11 yorum:

  1. Aslinda iyi bir deneyim onun icin.Ilerisi icin...Fakat insanin ici aciyor emeginin karsiligini alamadigi icin...Bravo Yunus a! Bu arada O kadar büyüdü mü? Inanamadim okuyunca!Sevgiler Ayse.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. On iki :)) Teşekkürüm ederim sevgili terazi kızı

      Sil
  2. Selam canım özlemiştim yazılarını :)
    Ne güzel düşünmüşsünüz, kuzu da ne iyi etmişte gitmiş. Ben de kızım 13-14 olduğunda mutlaka böyle birşey düşünüyorum. Hayatı öğrensinler, para kazanmak ne demek görsünler. Hele ki kolunda bileziğin yoksa neler yaşayacağını bilsinler (bileziği yani mesleği olanlar için dahi çok zor hayat).
    Ne kadar ince ruhlu bir çocuk, hediyesini de unutmamış maşallah :)
    Sevgilerimle Ayşeciğim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben çocukluğumda gençlğimde hiç iş tecrübesi yaşamadım ve bu çok büyük bir eksiklik, şimdi bu yaşımda bile çalışmak beni ürkütüyor, korkutuyor, ona bağlıyorum... Kızın için iş tecrübesi hakkında bir şey diyemiyorum, medyada o kadar kötü şeyler oluyor ki, ona bakarak çocuklarımızı kapı dışarı çıkarmamak gerek, bu çocuk çalıştırma konusunda eleştirildim, haklılardı eleştirenler ama ne kadar nereye kadar koruyabileceğiz? kızın için mutlu anılar diliyorum sevgili arkadaşım...sevgilerimle

      Sil
  3. Ah o kitap ne kıymetlidir şimdi, gözlerim doldu okurken.
    Işın

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aldığım en değerli hediye:) çok sevdiğim bir arkadaşım kendi oğlunun ilk çıraklık parası ile ekmek alıp komşulara akrabalara dağıttığını söylemişti, benim de gözlerim dolmuştu:))

      Sil
  4. Doktor, mühendis ya da akademisyen olduğunda da emeğin hiç para etmediğini görecek ileride. Sabah altıda evinden kahvaltı bile edemeden koşarak çıkan, hastaneye varır varmaz o aç mideyle hastaların irinli kokan yaralarını pansuman etmeye başlayan, arkasından da sağnak yağmur gibi peş peşe gelen işleri duraksamadan yapıp, her türlü derdi sıkıntısı olan hastanın derdine çare olabilmek için koşturan, akşam eve gitmeden nöbete kalan, nöbet boyunca 10 dk bile uyumadan, değil uyumak gözünü kapatmadan, poposu yer görmeden çalışıp ertesi sabah saat 6 da tekrar klinikteki rutin işleri yaparak akşamı edip, 36 saat sonra eve geldiğinde yorgunluktan ayakta duramayan kapıdan girer girmez devrilip yatan, evdekilere bir merabadan fazla konuşamayan , yorgunluktan ve uykusuzlıktan akşam yemeğini bile yşyemeyecek halde olan ve bu nöbetleri ayda 10 gece tutan, bir de basında gördüğünüz gibi zaman zaman da uğruna ölesiye çalıştığı insanlardan tehdit ve şiddet gören genç doktorlardan birinin annesiyim ben de. Onların aldığı para da emeklerinin karşılığı değil inanın. Ayda sadece bir cumartesi pazarı boş, diğerlerinde hep çalışıyor. Bu yaz ne tatil yapabildi ne bir haftasonu yskın bşr yere gidebildi. Evde olduğu zaman da koca koca kitapların arasında okuyor, okuyor. Ben de akademisyenim. Bu günlere gelene kadar çektiklerimi, o oğlumu ne koşullarda büyüttüğümü, bebeklik günlerini çoğunda onu göremeden, hatta emziremeden geçirdiğimi, onun hastalığında , hatta mezuniyetinde bile yanında olamadığımı........bunun gibi daha neleri, neleri yazsam roman olur. Bu öğretmen için de geçerli , mühendis için de ne yazık ki. Bu ülkede emeğinin karşılığını alamayan çok insan var, her gruptan, her meslekten. İşte biz buna hayat diyoruz. Emeğimizin karşılığını hiç düşünmeden işimizi severek, en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz. Akşam eve geldiğimizde yorgunuz ama huzurluyuz. Vicdanımız rahat. Aç değiliz açıkta değiliz çok şükür diyerek geçiriyoruz ömrümüzü. Umarım oğlun ileride emeğinin değerinin bilindiği, karşılığını alabildiği bir işi olur sevgili Ayşe. Ama o yine de beklentilerini yüksek tutmasın. Sonra mutsuz olur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Serpil,
      Yazdıklarını okurken, birbirimizi hissedemediğimizi bununda çok kötü sonuçlar doğurduğunu anladım, doktor arkadaşlarım oğlumun meslek seçiminde "sakın doktor olmasın"ın diye ısrarlarının altında bu yazdıkların yatıyor olsa gerek... doktor hasta ilişkisi başka hiç bir ilişkiye benzemiyor...Eşim akademisyen , daha önce özel bir şirkette muhasebedeydi, maaşı iyiydi ama çalışma şartları çok zordu , işinde çok titiz, olması gerekenleri zamanında yapmadan içi rahat etmeyen, her şeyi kuralına göre, doğru yapmaya çalışırdı ama yetişemiyordu iş hastalığı da denen panik atak oldu, o zamanlar panik atak popüler değil adı duyulmamıştı, evden çıkmaz hale geldi, işe gidemedi , hastalığını nasıl anlatacağını bilemiyordu, anlattığı kişilerde umursamadı, istifa etmek zorunda kaldı, tazminat alamadı , çok sevdiği okuluna doktora yapmak için döndüğünde sigortasız, çok küçük bir aylık ile altı sene çalışması gerekti, hem parasız hem çok yoğun ders çalışmak zordu ama istediği işi yapıyordu, Yunus dağ gibi ekonomi kitaplarının arasında büyüdü, babası kitaplardan kafasını kaldıramıyordu, belki o yüzden çıraklığı çok sevdi...Emeğin değeri bilinmiyor,medyada meslekleri işlerini kötü yapanları öne çıkarıyor, biz de hastasına kötü davranan doktorları biliyoruz, para ile makale yazdıran dil bilmeyen akademisyenleri tanıyoruz...senin bu yazın çok önemliydi,senin gibi doktorları tanıdık, teşekkür ederim...

      Sil
  5. Gurur duydum Ayşem. Hem seninle hem biricik oğlunla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gülsüm abla, köydeyim, internet bulduğumda iki ara bir dere hemencecik böyle yazmaya çalışıyorum, teşekkür ederim..

      Sil
  6. Sizin oglan bence cumhurbaskani olsun, ulkeyi yonetsin.

    YanıtlaSil